küresel ısınma

İnsanoğlu dünya üzerindeki ısı artışına ne dereceye kadar tahammül gösterebilir? Kuşkusuz bu artışın bir sınırı var ve bu artış öylesine bir noktaya çıkabilir ki, diğer birleşen risklerle birlikte dünyada yaşam insanlık için dayanılmaz, tahammül edilemez hale gelebilir 1.5 derecelik ısı artışı ile 2 veya 3 derecelik ısı arasında bir dünya fark olduğu unutulmasın.

Bilimsel analizler ve raporlarda aşırı hava şartlarının ve diğer iklim değişikliği etkilerinin önceki dönemlerde yapılan tahminleri çok aştığına vurgu yapılarak daha fazla gecikmeye tahammülsüzlüğün altı çiziliyor. Bir anlamda herkes daha sıcak bir dünyaya kendini hazırlamalı uyarısı ile karşı karşıya bulunuyor.

Yapılan hesaplamalar mevcut durumda dünya üzerindeki ortalama ısı artışının endüstri çağı öncesi döneme kıyasla 1.1 derece  olduğunu gösteriyor. Bu  rakama bakıp küresel ısınma konusunda tehlike sınırlarına daha çok uzak olduğumuzu düşünebilirsiniz. Tablo maalesef hiç öyle değil. Küresel ısı artışını artıran faktörlerin sanayi öncesi döneme kıyasla günümüzde ne kadar çok arttığını tahmin edebilirsiniz. Anormal iklim hareketleri, yani aşırı yağmurlar, seller, fırtınalar, kuraklıklar, orman yangınları, buzullardaki erime, deniz seviyelerindeki yükseliş ve biyo çeşitliliğin azalması her biri dünyamızın hızla ısınmakta olduğunu gösteren gelişmeler. Tüm bunların sadece 1.1 derecelik ısı artışı ile meydana geldiğini hatırda tutmak gerek.

Paris İklim Anlaşmasına ne oranda uyulabilecek?

Paris İklim Anlaşması karbon emisyonlarının 2030’a kadar önemli oranda azaltılmasını ve 2050’de de sıfır emisyon (nötr salınım) hedefine ulaşılmasını öngörüyor. Tüm dünyada pandeminin yarattığı olağanüstü koşullar nedeniyle hükümetlerin ekonomik büyüme politikalarının iklim hedeflerine uyum konusunda ne ölçüde başarılı olacağını bilemiyoruz. Fosil yakıtlara dayalı yeni yatırım projelerinin yapılmaması da yine Paris Anlaşması’nın bir hedefi.

Elektrik üretiminde kömürden uzaklaşma eğilimi güç kazansa da ABD, Çin ve Hindistan başta olmak üzere doğalgaz yatırımlarının bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Tüm bunlar 1.5 derecelik ısı artışı için negatif etki yapacak konular. Bu nedenle kimi öngörüler gelecek iki on yıllık dönemde yani 2020’lerde ve 2030’larda bu ısı artışı eşiğinin aşılacağını, bu böyle giderse 2040’lara gelindiğinde 2 derecenin üzerinde ısı artışlarıyla yüz yüze kalabileceğimizi gösteriyor.

1,5 derece için yüksek farkındalık gerekiyor

Küresel ısı artışını  sanayileşme öncesi döneme kıyasla 1,5 derece ile sınırlamanın ne anlama geldiği konusunda bireysel düzlemde güçlü bir farkındalık yaratılması artık çok önemli. Şirketler ve hükümetler düzeyinde yani karar alıcı mekanizmalar için küresel iklim krizi konusunda bilinmedik bir durum olmadığı açık. O yüzdendir ki, ülkeler de şirketler de iklim stratejilerini ve hedeflerini Paris İklim Anlaşmasına uyumlu hale getirmek için taahhütler açıklamış durumdalar.

Topyekün tabloya bakıldığında gerek sera gazı salımları gerekse nötr emisyon vaatlerine ne ölçüde bağlı kalacaklarını bugünden kestirmek de zor. 1,5 derecelik ısı artışı hedefinin tutturulması karbon salımını azaltıcı politikalarla doğrudan ilgili kuşkusuz. Başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan hızlı bir şekilde uzaklaşma, ulaşımda elektrifikasyonun, elektrikli araçların yaygınlaşması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi bu süreçte temel öncelikler. Hükümetlerin bu süreci desteklemek üzere tutarlı ve kararlı politikalar benimsemesi ve karbon azaltıcı süreçler için uygun finansman kaynaklarının yaratılması belirleyici önemde.

Sıcak dalgalar canlı yaşamı tehdit ediyor

BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yayınladığı son rapor, insan eliyle oluşan ısınmanın dünya üzerinde hali hazırda çok yaygın bir hasar yarattığına dikkat çekerek, karşımızda duran fırsat penceresi kapanmadan hızlı bir eylem planının devreye konulması gereğine işaret ediyor. Rapor iklim değişikliğinin doğayı, toplumları ve ekonomileri nasıl etkilediğini ve bu değişen sürece nasıl adapte olabileceğimize dair önemli detayları açıklıyor.

Bir kere şunun altı çizilmeli ki, insan organizması belirli bir rakamın üzerindeki ısılara dayanıklı değil. Diğer birçok canlı hayat için de bu kural geçerli. Yüksek ısı artışları ya da sıcak hava dalgaları nedeniyle birçok canlı hayatını kaybediyor, bitkiler varlıklarını sürdüremiyor. Bu sadece karasal yaşamda değil deniz yaşamında da gerçekleşiyor. Aşırı sıcaklar hem gıda hem de su güvenliğini tehdit ediyor.  Kuraklığın hüküm sürdüğü alanlarda ise hasar çok daha büyük ölçeklere çıkıyor kuşkusuz.

Büyük bir transformasyon gerekiyor

Şöyle düşünebiliriz, küresel ısınmada geri dönüşü olmayan hasarların başında ne geliyor, mercan resiflerinin ölümünden ya da buzullardaki erimeden kaynaklanan kayıpları geri getirmenin artık yolu yok. Eriyen ya da kütlesini kaybeden buzulların tekrarı yok kısaca. Raporun dikkat çektiği nokta insanoğlunun doğayla beraber nasıl yaşayacağı konusunda köklü ve toptancı bir anlayışla büyük çaplı bir revizyon gerekiyor. Bir başka deyişle mevcut ekonomik ve toplumsal yaşayış biçimleri üzerinde ufak çaplı değişiklikler yaparak iklim açısından güçlü ve dayanıklı bir gelecek yaratmanın mümkün olmayacağı artık çok açık. Yani mevcut politikalar ve toplumsal düzenin yanı sıra gıda zincirinden ulaşıma ve enerjiye kadar her alanda dönüştürücü değişimler gerekiyor.

Bir çok gıda artık bazı bölgelerde yetişemeyecek

İçme suyu olarak buzullara, kar yağışlarına ve karların erimesi döngüsüne bel bağlamış durumdayız. Peki ısı artışı 1.5 derecenin üzerine çıktığında bizi neler bekliyor; Bu derecenin üzerindeki ısılarda canlı yaşam açısından birçok değişim artık geri dönülemez hale gelecek. Isı artışı 2 dereceye çıktığında buğday, mısır ve diğer hububat türleri yanı sıra yaşamsal önemdeki gıda maddeleri bazı dünya bölgelerinde yetişemeyecek. Tabi ki bu ısı artışının dünya üzerindeki etkileri de bölgesine göre değişimler gösterecek. Uzmanlar 1.5 derecelik ısı artış noktasını geçince toprakta yetişen türlerin yüzde 3 ila yüzde 14′ e yakın bölümünün ortadan kalkacağını öngörüyor.

Özellikle denizlere ve nehirlere kıyısı bulunan ve deniz seviyesindeki yükselişlerden en çok etkilenecek bölgelerde canlı yaşam büyük zarar görecek. Gerek aşırı kuraklıklar gerekse buzullardaki erken erimeler dolayısıyla nehirler aşırı taşkınlıklar veya kurumalarla karşı karşıya kalacak ve canlı türlerin bu koşullarda yaşanabilir yeni alanlara hareket etmeleri de mümkün olmayacak.

IPCC raporu geleceği kurtarmanın bir yolu olarak da toprak örtüsünün, temiz su kaynaklarının ve okyanusların yüzde 30 ile yüzde 50’ye varan bir oranda koruma altına alınması gereğinden söz ediyor. Biyo çeşitlilik konusunda Birleşmiş Miller Konvansiyonu’nun yüzde 30’luk bir hedefi var. Rapor bugün dünyadaki toprak parçasının sadece yüzde 15’inden azının, temiz su kaynaklarının yüzde 21’inin ve okyanusların da yüzde 8’inin bir şekilde koruma bölgesi kategorisinde olduğunu belirtiyor.

Temiz ve yeşil bir dünya hayalinden vazgeçilmemeli

Aşırı ısı hareketleri ve anormal iklim değişikleri dolayısıyla oluşacak halk sağlığı riskleri yanı sıra bozuk gıdalar ve kirlenmiş su kaynakları dolayısıyla bulaşıcı hastalıklarda büyük artışlar meydana gelebilir. Parazit taşıyan sivrisinekler gibi diğer böcekler yeni salgınlara neden olabilir. Tüm bu olumsuz etkilerin sağlıklı gıdalara ve temiz su kaynaklarına erişimde sorun yaşayan özellikle yoksul bölgelerde çok daha derin olacağı da açıktır.

1.5 ile 2 Celsius derece arasında sadece yarım derecelik bir fark var diye düşünebilirsiniz. Bu yarım derecenin dünyadaki yaşam, besin zinciri, biyo çeşitlilik ve iklim hareketleri üzerinde ne kadar ağır sonuçlara yol açacağını tam olarak hayal etmek çok güç. Yaşayalım, görelim demek gibi bir lükse de sahip değil hiç kimse. Yarına ve gelecek kuşaklara temiz bir dünya bırakma hayalinden ve kararlılığından asla vazgeçilmemeli.

Bir Cevap Bırakın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.