Türkiye’de elektrikli araç sayısı 350 bine yaklaşırken, tartışma yalnızca araç ve istasyon sayısından çıkıp şebeke esnekliği ve enerji sürekliliğine taşınıyor.
EPDK’nin Kasım 2025 raporu, şarj altyapısının doğru tasarlanmadığında yerel pik yük riski yaratabileceğini; güneş ve depolama ile kurgulandığında ise esneklik ve dayanıklılık sağlayabilecek bir unsura dönüşebileceğini gösteriyor.
Hızlı bakış
- EPDK Kasım 2025 raporuna göre Türkiye’de elektrikli araç sayısı 351.836’ya ulaşarak bir yılda yaklaşık iki katına yaklaştı.
- Toplam şarj soketi sayısı 37.473’e yükselirken, araç parkının büyüme hızı altyapı artışını geride bıraktı.
- Yüksek güçlü DC şarjın yaygınlaşması, belirli saatlerde yerel pik yük ve eş zamanlılık risklerini artırıyor.
- Şarj piyasasında soket ve tüketim tarafında yoğunlaşma, dayanıklılık ve risk yönetimini öne çıkarıyor.
- Güneş ve depolama ile desteklenen şarj altyapısı, şebekeye yük olmak yerine esneklik ve süreklilik sağlayabilir.
Editör notu: Haberin ötesinde enerji altyapısı tartışması
Elektrikli araçlardaki hızlı artış, çoğu zaman otomotiv pazarı ve şarj istasyonu yaygınlığı üzerinden okunuyor. Oysa bu dönüşüm, elektrik sisteminin dayanıklılığı ve esnekliği açısından da yeni bir döneme işaret ediyor. Bu yazı, güncel verileri bir haber notunun ötesine taşıyarak “şarj altyapısı sadece talep yaratan bir yük mü, yoksa doğru kurgulanırsa şebekeyi destekleyen bir unsur mu?” sorusuna odaklanıyor.
Türkiye’de elektrikli araç ivmesi: 350 bine yaklaşan park ne anlatıyor
EPDK’nin “EPDK Şarj Hizmeti Piyasası Aylık İstatistikleri – Kasım 2025” raporuna göre Türkiye’de trafiğe kayıtlı toplam elektrikli araç sayısı Kasım 2025 sonu itibarıyla 351.836’ya ulaştı.
Raporda yer alan ve kaynağı TÜİK olarak belirtilen zaman serileri, Kasım 2024’te 167.519 olan toplam elektrikli araç sayısının Kasım 2025’te 351.836’ya çıkarak bir yılda yaklaşık iki katına yaklaştığını gösteriyor.
Elektrikli araç parkının bir yıl içinde yaklaşık %110 büyümesi, dönüşümün hızını ortaya koyuyor. Bu hız, şarj altyapısının niceliği kadar, şebeke bağlantısı, pik saat davranışı ve yerel dağıtım kapasitesi gibi konuları da gündeme getiriyor.
Elektrikli araçların enerji sistemi üzerindeki etkisi çoğu zaman toplam tüketim üzerinden tartışılsa da, pratikte kritik nokta çoğu zaman eş zamanlılık oluyor. Çok sayıda aracın benzer saatlerde şarja girmesi, dağıtım şebekelerinde yerel dar boğaz risklerini büyütebiliyor.
EPDK verileriyle Türkiye’de elektrikli araç ve şarj altyapısının güncel durumu
EPDK raporuna göre Kasım 2025’te 17.088 adet elektrikli araç satıldı ve toplam araç parkı bir önceki aya göre %5,09 arttı. Aynı dönemde ticari faaliyet yürütülen toplam şarj soketi sayısı 37.473’e yükseldi.
Kasım 2024–Kasım 2025 arasında elektrikli araç sayısının yaklaşık 167 binden 352 bine çıkarken, ticari şarj soketi sayısının aynı dönemde 25.096’dan 37.473’e yükselmesi, park büyüme hızının soket büyüme hızını belirgin biçimde aştığına işaret ediyor.
Şarj hizmeti hacmi de hızla büyüyor. EPDK’nin aylık şarj hizmeti verilerine göre 2025 Kasım ayında şarj istasyonlarındaki toplam elektrik tüketimi 50.280.931 kWh’a ulaştı. Aynı ayda toplam şarj adedi 2.366.482 olurken, AC ve DC kullanımının farklı güç ve süre profilleriyle daha karmaşık bir talep yapısı oluşturduğu görülüyor.
Şarj noktası sayısı, güç dağılımı ve eş zamanlılık riski
EPDK raporuna göre 2025 yılı Kasım ayında toplam şarj noktası (soket) sayısı bir önceki aya göre %3,3 artarak 37.473’e çıktı. Bu soketlerin 21.422’si AC, 16.051’i ise DC şarj soketlerinden oluşuyor.
Güç seviyelerine göre dağılım incelendiğinde, özellikle 51 kW ve üzeri segmentlerde artış eğilimi dikkat çekiyor. Bu eğilim, yüksek güçlü şarjın istisna değil, giderek daha yaygın bir kullanım kalıbı haline geldiğini düşündürüyor.
Kasım 2025 verilerinde DC tarafının toplam elektrik tüketimindeki payının, toplam şarj süresi içindeki payından daha yüksek olması, DC şarjın “kısa sürede yüksek yük” karakterini güçlendiriyor. Bu durum, toplam tüketimden ziyade belirli saatlerde yoğunlaşan hızlı şarj talebinin, dağıtım şebekeleri açısından yerel pik yük ve eş zamanlılık riskini artırabileceğine işaret ediyor.
Şarj piyasasında yoğunlaşma: Büyüyen pazarın sistemik risk profili
EPDK raporunda yer alan Herfindahl-Hirschman endeksi (HHI) göstergeleri, şarj hizmeti piyasasının zaman içinde yoğunluk yapısının değiştiğine işaret ediyor. HHI, pazar paylarının kareleri toplamına dayalı bir yoğunlaşma ölçütü olarak raporda tanımlanıyor; bu çerçeve, az sayıda büyük oyuncunun payı arttıkça piyasanın yoğunlaşma eğilimi gösterebileceğini ortaya koyuyor.
Kasım 2025 itibarıyla soket sayısına göre ilk on marka grafiği, büyük ağ işletmecilerinin toplam soketler içinde belirgin bir ağırlığa ulaştığını gösteriyor. Aynı raporda elektrik tüketimi payları tarafında ise Trugo ve ZES gibi markaların öne çıkması, talebin ve şebekeye binen yükün belirli işletmecilerde yoğunlaşabildiğine işaret ediyor.
Bu tablo, dayanıklılık ve esneklik tartışmasını yalnızca teknik altyapı konusu olmaktan çıkarıp operasyonel süreklilik, piyasa tasarımı ve risk yönetimi başlıklarıyla da ilişkilendiriyor. Özellikle yüksek trafikli koridorlarda veya büyükşehirlerde belirli birkaç ağın baskın olması, bu ağları etkileyen arıza, kesinti veya siber olay senaryolarında etkilerin daha geniş alana yayılabilme ihtimalini artırabilir.
Felaket beklemeden planlama: “Sonra düzeltiriz” yaklaşımı neden zorlaşıyor
Enerji altyapıları uzun süre “önce büyüt, sonra iyileştir” mantığıyla yönetildi. Ancak bugün elektrikli araçlar, yapay zeka uygulamaları, veri merkezleri ve yüksek performanslı dijital sistemler aynı anda hızla büyüyor. Bu eş zamanlı büyüme, planlama ve yatırım döngülerinin geleneksel hızını zorlayabiliyor.
Bu nedenle konu yalnızca kriz anlarına hazırlık değil. Normal günlerde daha dengeli bir şebeke işletimi, daha öngörülebilir yatırım ihtiyacı ve daha düşük pik riskleri için de şarj altyapısının nasıl tasarlanacağı önem kazanıyor.
Şarj istasyonları için yeni çerçeve: Yük noktası değil enerji düğümü
Şarj istasyonlarını sadece elektrik çeken noktalar olarak tasarlamak, büyüyen elektrikli araç parkıyla birlikte şebekeye yeni baskılar bindirebilir. Alternatif yaklaşım ise istasyonları sınırlı ölçekte de olsa bir “enerji düğümü” olarak kurgulamak: güneş, depolama ve akıllı yönetim ile hem şebekeyi rahatlatmak hem de kesinti anlarında minimum hizmeti sürdürebilmek.
Buradaki hedef her istasyonun tamamen bağımsız bir ada gibi çalışması değildir. Daha uygulanabilir hedef, belirli istasyonların belirli bir kapasitede “acil durum modu”na geçebilmesi ve normal işletmede pik yükleri yumuşatabilmesidir.
Japonya ve California örnekleri: Dayanıklılık odaklı yaklaşım nasıl doğdu
Dünyada bazı bölgelerde şarj altyapısına bakış, risk deneyimleriyle birlikte değişti. Japonya’da deprem riski gibi faktörler, kesinti anında mobiliteyi tamamen kaybetmemek için enerji sürekliliği çözümlerini gündeme taşıdı; güneş ve depolama tabanlı yaklaşımlar bu çerçevede daha görünür hale geldi.
ABD’de özellikle California gibi iklim risklerinin belirgin olduğu bölgelerde de şebeke kesintileri ve aşırı hava olayları, dayanıklılık kavramını öne çıkardı. Bazı uygulamalarda şarj sahalarının güneş ile desteklenmesi ve batarya sistemleriyle şebekeye binen ani yüklerin azaltılması hedefleniyor. Buradaki yaklaşım, “herkese tam kapasite” yerine “minimum hizmeti sürdürebilme” fikrine dayanıyor.
Türkiye için stratejik avantaj: Güneş potansiyeli ve yerel esneklik
Türkiye’nin güneşlenme potansiyeli, şarj altyapısında güneş entegrasyonunu teknik ve ekonomik açıdan anlamlı kılan bir faktör. Şarj sahalarında çatı veya kanopi üstü güneş uygulamaları, doğru tasarlanmış depolama ile birlikte, hem enerji maliyetini optimize edebilir hem de pik saatlerde şebeke baskısını azaltabilir.
EPDK raporu “yeşil şarj istasyonu”nu, şarj hizmetine konu elektrik enerjisinin tamamı için YEK-G belgesi itfa edilen istasyon olarak tanımlıyor. Raporda Eylül 2025 için verilen toplulaştırılmış tabloda, yeşil şarj istasyonlarının toplam elektrik tüketimi içindeki payının %61,72 seviyesinde olması, sertifika mekanizmalarının şarj piyasasında görünür bir iz bıraktığını gösteriyor.
Bu tablo, Türkiye’nin güneş potansiyeliyle birleştiğinde şarj sahalarında PV + depolama kurgusunu yalnızca teknik bir seçenek olmaktan çıkarıp, sertifika ve yeşil tarife modelleriyle desteklenen bir iş modeline dönüştürme imkanı sunuyor.
Bu yaklaşım, yalnızca kesinti riskine karşı bir yedekleme değil; aynı zamanda şebekenin günlük işletiminde esneklik sağlayan bir araç olarak da değerlendirilebilir. Böylece şarj altyapısı büyürken dağıtım şebekesinin gereksiz yere “aşırı kapasite” yatırımıyla zorlanmasının da önüne geçilebilir.
Şebekeye yük nerede oluşuyor: Toplam tüketimden çok eş zamanlılık
Elektrikli araçların enerji etkisini anlamak için toplam tüketim kadar, talebin zaman dağılımı da önemlidir. Yüksek güçlü DC şarjın yaygınlaşması, belirli saatlerde yerel talep sıçramalarını büyütebilir. Bu nedenle planlama, sadece “kaç istasyon var” sorusuna değil, “hangi bölgede hangi saatlerde hangi güç çekilecek” sorusuna dayanmalıdır.
EPDK verileri, Kasım 2024–Kasım 2025 arasında şarj istasyonlarının toplam kurulu gücünün 1.644 MW’tan 2.789 MW’a yükseldiğini gösteriyor. Aynı grafikte “kurulu güç (kW) / EA sayısı” göstergesinin Kasım 2024’te 9,81 iken Kasım 2025’te 7,93 seviyesine gerilemesi, araç parkı büyürken araç başına düşen kurulu gücün göreli olarak azaldığına işaret ediyor.
Bu eğilim, eş zamanlılık yönetimi yapılmadığı takdirde yerel sıkışmaların daha olası hale gelebileceğini düşündürüyor. Bu bakış açısı, şarj altyapısı ile dağıtım şebekesi arasında daha sıkı koordinasyon gerektirirken; depolama ve akıllı şarj yönetimi, talebi daha dengeli hale getirebilecek pratik araçlar olarak öne çıkıyor.
Yönetmelik için kademeli yaklaşım: Depolama ve güneş entegrasyonu nasıl ilerleyebilir
Şarj altyapısında depolama ve güneş entegrasyonunu bir anda %100 zorunlu kılmak gerçekçi olmayabilir. Ancak tamamen gönüllülüğe bırakmak da, hızlı büyüme dönemlerinde yatırımın yalnızca kısa vadeli karlılık üzerinden şekillenmesine yol açabilir. Bu nedenle kademeli bir çerçeve, hem yatırımcıyı hem sistemi koruyan daha dengeli bir yol sunabilir.
Yeni kurulumlar için asgari dayanıklılık şartları
Belirli güç eşiğinin üzerindeki yeni şarj sahalarında, minimum batarya kapasitesi ve güvenli ada moduna teknik hazırlık şartı tartışmaya açılabilir. Güneşlenme potansiyeli yüksek bölgelerde PV entegrasyonu daha güçlü bir teşvikle desteklenebilir. Bu yaklaşım, en yüksek risk ve en yüksek etki alanı olan yüksek güçlü şarj sahalarına odaklanır.
Mevcut istasyonlar için geçiş takvimi ve teşvik seti
Mevcut sahalarda kısa vadede “acil durum destek modu” hedefiyle sınırlı depolama entegrasyonu teşvik edilebilir. Orta vadede ise sahaların bulunduğu bölgenin şebeke kısıtlarına göre kademeli depolama ve PV entegrasyonu planlanabilir. Geçiş takvimi, yatırımcıyı kilitlemeden hedefi netleştirir.
Şebeke dostu işletim: Pik saat yönetimi ve şeffaflık
Şarj sahalarında pik saatlerde güç sınırlama, talep tarafı katılım ve akıllı şarj yönetimi gibi yöntemlerin teknik altyapısı standartlaştırılabilir. Ayrıca belirli büyüklükteki işletmeler için şeffaf veri raporlaması, planlamanın kalitesini artırabilir. Bu sayede hem şebeke hem yatırımcı daha öngörülebilir bir zeminde hareket eder.
Finansman perspektifi: Maliyet değil esneklik yatırımı
Güneş ve depolama entegrasyonu ilk bakışta yatırım maliyetini artırıyor gibi görünse de, doğru tasarlandığında şebekeye ek bağlantı yatırımı ihtiyacını azaltabilir ve işletme maliyetlerini düşürebilir. Ayrıca dayanıklılık ve hizmet sürekliliği, özellikle yüksek trafikli lokasyonlarda ticari değer de yaratabilir.
EPDK raporunda Kasım 2025 için illere göre tüketim grafiği, tüketimin belirli merkezlerde yoğunlaştığını gösteriyor: İstanbul 14.816 MWh ile öne çıkarken, Ankara 7.716 MWh seviyesinde izliyor. Bu yoğunlaşma, esneklik yatırımlarının ve şebeke rahatlatıcı çözümlerin coğrafi olarak önceliklendirilmesi gerektiğine işaret ediyor.
Bu çerçevede şarj altyapısı yatırımları, yalnızca elektrik satışına dayanan bir gelir modeli yerine, esneklik ve süreklilik üzerinden de değer üreten bir modele evrilebilir.
Hızlı büyüyen sistemlerde asıl risk: Reaktif planlama
Elektrikli araçların yaygınlaşması, enerji dönüşümünün kaçınılmaz bir parçası. Ancak dönüşümün sağlıklı ilerlemesi, altyapının bu hızla uyumlu biçimde gelişmesine bağlı. Buradaki temel mesele, felaket senaryosu yaratmak değil; hızlı büyüyen bir sistemin reaktif planlama ile yönetilmesinin maliyetini bugünden görünür kılmak.
Türkiye gibi güneş potansiyeli yüksek ülkelerde şarj altyapısını depolama ve güneş ile desteklemek, hem günlük işletimde hem de kesinti anlarında daha dengeli bir enerji sistemi için somut bir seçenek sunuyor.
Okura soru
Elektrikli araçların bu hızla yaygınlaştığı bir ortamda, öncelik sizce yeni istasyon sayısını artırmak mı, yoksa mevcut altyapıyı daha akıllı ve esnek hale getirmek mi olmalı? Deneyimlerinizi ve önerilerinizi yorumlarda bekliyoruz.
İlgili haberler
- Türkiye elektrikli araç ve akıllı şarj altyapısı 2035 hedefi
- EPDK raporu Türkiye elektrikli araç şarj noktaları 30 bini aştı
- Borusan EnBW Enerji şarj ağını genişletiyor
- Sokak lambaları elektrikli araç şarj noktalarına dönüşüyor
- Elektrikli araç şarj sistemleri ve türleri





Türkiye için stratejik avantaj: Güneş potansiyeli ve yerel esneklik


















