JED Başkanı Ali Kındap’ın Dünya Jeotermal Günü’ndeki değerlendirmesini tetikleyici olarak alıp, Türkiye’nin jeotermalde sahip olduğu 62 bin MW keşfedilmiş potansiyel ile 1.735 MW kurulu gücü arasındaki farkı, enerji dışı kullanım alanları ve yatırım çerçevesiyle birlikte inceliyoruz.
Hızlı bakış
- Türkiye’nin jeotermal kaynak potansiyeli 62 bin MW olarak belirtiliyor.
- Bugünkü jeotermal elektrik kurulu gücü yaklaşık 1.735 MW seviyesinde.
- Jeotermal enerji yalnızca elektrik üretiminde değil, seracılık, konut ısıtması ve termal turizm gibi alanlarda da kullanılıyor.
- Üçüncü YEKDEM döneminde işletmeye alma takvimi jeotermal yatırımları için önemli bir sınır oluşturuyor.
- Jeotermal enerji, yenilenebilirler arasında yüksek kapasite faktörü ve baz yük avantajı ile öne çıkıyor.
62 bin mw keşfedilmiş potansiyel ile 1.735 mw kurulu güç arasındaki fark büyüme alanını gösteriyor
Türkiye jeotermal kaynaklı elektrik üretiminde dünyanın dördüncü, Avrupa’nın lider ülkesi konumunda. Buna karşın tablo, gerçekte daha büyük bir hikayeye işaret ediyor. Bugün jeotermal tabanlı elektrik kurulu gücümüz yaklaşık 1.735 MW düzeyinde iken, MTA tarafından keşfi tamamlanmış potansiyel 62 bin MW seviyesinde. Ülke genelindeki toplam jeotermal kullanımımız (elektrik, ısıtma ve diğer uygulamalar) 7 bin MW’ı biraz aşıyor. Bu asimetri, doğru yatırım tasarımı ve yerel değer zincirleriyle jeotermalin Türkiye için yeni bir büyüme dalgası yaratabileceğini gösteriyor.

Baz yük avantajı ve şebeke değeri: Yüksek kapasite faktörüyle istikrar
Jeotermal kaynaklar yenilenebilirler arasında en yüksek baz yük karakterine sahip alanlardan biri. Sektörün işaret ettiği üzere kapasite faktörü yüzde 80’in üzerinde seyrederek şebekeye istikrarlı üretim sağlıyor. Bu özellik, rüzgar ve güneşin değişken üretimini dengeleyerek esnekliğe olan ihtiyacı azaltıyor, sistem işletme maliyetlerini düşürüyor ve uzun vadeli elektrik alım anlaşmalarında öngörülebilir nakit akışı yaratıyor.
Ali Kındap: “Tüm yenilenebilirler kıymetli, birbirinin alternatifi değil”
Jeotermal Enerji Derneği (JED) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kındap, 17 Ekim Dünya Jeotermal Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada Türkiye’nin yenilenebilir enerji politikalarında bütüncül yaklaşım ihtiyacına dikkat çekti. Kındap, “Rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle ve yeşil hidrojen birbirini dışlayan değil, tamamlayan kaynaklardır. Şebeke güvenilirliğini artırmak için değişken üretim ile baz yük üretimi birlikte ve planlı biçimde ölçeklenmelidir.” ifadelerini kullandı.
Enerjinin ötesi: Seracılık, konut ısıtması, termal turizm ve gıda kurutma ile yerel ekonomik çarpan
Jeotermal yalnızca elektrik demek değil. Seracılıkta yıl boyu stabil ısı ve maliyet avantajı sağlayarak verim artışı ve ürün kalitesi getiriyor. Konut ve kentsel ısıtmada fosil yakıt bağımlılığını azaltıyor, termal turizmde ise katma değeri yüksek bir hizmet ihracatı potansiyeli yaratıyor. Sebze ve meyve kurutma ile balıkçılık gibi uygulamalar üretim süreçlerini karbondan arındırırken lojistik ve soğuk zincir baskısını hafifletiyor. Son dönemde sanayi ısısı ve seracılık odaklı projelerin hızlandığı görülüyor; bu eğilim, elektrik dışı jeotermal kullanımının Türkiye’nin tarım-sanayi entegrasyonunda stratejik bir rol üstlenebileceğini düşündürüyor.
Yatırım döngüsü gerçeği: Üçüncü yekdem döneminde takvim uyumsuzluğu ve 2040 ihtiyacı
Jeotermal projeler lisans, arazi, ÇED, sondaj ve kaynak doğrulama gibi adımlar nedeniyle tipik olarak en iyimser senaryoda beş yıllık bir geliştirme sürecine ihtiyaç duyuyor. Üçüncü YEKDEM kapsamında 31 Aralık 2030’a kadar işletmeye alınma şartı, rüzgar ve güneşten farklı dinamikleri olan jeotermal için yatırım kararlarını zorlayabiliyor. Sektörün gündeme taşıdığı 2040’a uzatma talebi, bu proje döngüsüyle daha uyumlu bir çerçeve öneriyor; böylece keşfi tamamlanmış sahaların ticarileşmesi hızlanabilir, yerli tedarik zinciri öngörü kazanabilir.

Ali Kındap: “YEKDEM takvimi jeotermal için yeniden düzenlenmeli”
Yatırım döngüsünün uzunluğuna vurgu yapan Kındap, jeotermal projelerde izin, ruhsat, ÇED ve sondaj süreçlerinin en iyi ihtimalle beş yıl sürdüğünü hatırlatarak “Üçüncü YEKDEM’de işletmeye alma tarihinin 31 Aralık 2030 ile sınırlandırılması, jeotermal yatırımlarının doğasına uygun değil. Bu takvim 2040’a uzatılmalı, böylece yatırım kararları hızlanmalı.” dedi. Kındap’a göre bu düzenleme, Türkiye’nin 62 bin MW’lık potansiyelinin hayata geçmesi için kritik bir koşul oluşturuyor.
Madencilik ile aynı kefeye koymamak: Süreç yönetimi ve düzenleme ayrımı
Jeotermal enerji ile madencilik, saha çalışması ve yer bilimleri ortak paydasına rağmen farklı süreç yönetimi ve çevresel denetim disiplinlerine sahip. Mevzuatta bu iki alanın yan yana konumlandırılması, kamuoyu algısında gereksiz bir tartışma alanı açıyor ve jeotermalin enerji dönüşümündeki rolünü gölgeliyor. Düzenleyici çerçevenin jeotermalin özgün teknik ve çevresel gerekliliklerini merkeze alacak şekilde ayrıştırılması, toplumsal kabulü ve yatırım hızını birlikte artıracaktır.
Ali Kındap: “Jeotermal sektörü üvey evlat görülmemeli”
Kındap, kamuoyunda jeotermalin madencilikle aynı kategoride ele alınmasının yanlış olduğunu belirterek “Jeotermal, yenilenebilir portföyün baz yük omurgasıdır; algı ve mevzuat düzeyinde geri plana itilmesi enerji dönüşümünde maliyet ve zaman kaybı yaratır.” dedi. Ayrıca, sektörün çevresel standartlara tam uyumla faaliyet gösterdiğini, buna rağmen enerji politikalarında hak ettiği stratejik önemin verilmediğini vurguladı.
Ali Kındap: “62 bin MW potansiyel, 1.735 MW kurulu güç: fark kapanabilir”
Türkiye’nin jeotermalde keşfedilmiş 62 bin MW’lık kapasitesine rağmen yalnızca 1.735 MW kurulu güce sahip olduğunu belirten Kındap, “Bu fark kapanabilir. Doğru düzenleme, uzun vadeli teşvikler ve şeffaf saha yönetimiyle Türkiye açık ara dünya lideri olabilir.” değerlendirmesinde bulundu. Kındap, seracılık, konut ısıtması ve termal turizm gibi elektrik dışı alanlarda da jeotermalin ülke ekonomisine değer kazandıracağını ifade etti.
Yapay zeka ve jeotermal: arama, sondaj ve işletmede verimlilik dalgası
Yapay zeka destekli jeolojik modelleme, sondaj karar destek sistemleri ve kestirimci bakım uygulamaları, kaynak keşfinden santral işletmesine kadar verimlilik sağlıyor. Türkiye’de giderek artan bu tür uygulamalar, sahaların daha hızlı ve düşük maliyetle ticarileşmesini, üretimde arıza ve duruşların azaltılmasını mümkün kılıyor. Enerji dışı kullanım alanlarında da yapay zeka tabanlı iklimlendirme ve ısı optimizasyonu çözümleri, seracılık ve kentsel ısıtma projelerinde hem enerji hem de su tasarrufu üretiyor.
Küresel bağlam ve yerel kapasite: Liderlik iddiasını somut plana çevirmek
Dünyada jeotermal ısıtma ve endüstriyel ısı uygulamaları hızla ölçeklenirken, Türkiye’nin keşfi tamamlanmış kaynakları ve mühendislik yetkinliği küresel ölçekte rekabet avantajı sunuyor. Bu avantajı kalıcı bir liderliğe dönüştürmek için şeffaf saha envanteri, hızlandırılmış izin süreçleri, yerli tedarik zinciri için uzun vadeli işaretler ve YEKDEM takviminde jeotermalin proje süresiyle uyumlu bir düzenleme seti kritik. Böyle bir yol haritası, elektrik üretimi ile birlikte ısı temelli uygulamaların payını artırarak toplam jeotermal kullanımını birkaç yıl içinde anlamlı biçimde yukarı taşıyabilir.
Ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin 62 bin MW’lık jeotermal potansiyelini daha etkin kullanabilmesi için öncelik sizce hangi alanda olmalı? Enerji üretimi mi, seracılık ve ısıtma mı, yoksa bölgesel kalkınma odaklı karma modeller mi? Görüşlerinizi paylaşın.
İlgili haberler
- Jeotermal: Cari açığı düşürecek yenilenebilir enerji kaynağı
- Jeotermal enerji Türkiye’nin temiz enerji hedeflerine nasıl katkı sağlıyor?
- Alarko’dan Afyon’da jeotermal modern sera ile tarımda sürdürülebilirlik
- Türkiye’nin jeotermal kaynak zenginliği tarımı canlandırıyor
- Konya Tuzlukçu’da Türkiye’nin ilk jeotermal ısıtmalı sera projesinde ilk hasat gerçekleşti
- JED: Türkiye’nin jeotermal potansiyeli 62 bin MW