İklim krizine karşı mücadele en önemli uluslararası oydaşma-konsensüs olan Paris Anlaşması (IPCC), COVID-19 pandemisinin yarattığı ağır baskıdan ne oranda etkilenecek? İşte temel soru bu.

COVID-19 krizi küresel dönüşüm, sürdürülebilir dünya, yenilenebilir ve temiz enerji için bir fırsata dönüşebilecek mi, yoksa hem bugünkü mevcudiyeti hem de yarını kurtarma ve garantiye alma çabası mı öne çıkacak? Ekonomileri kurtarma çabalarına ve paketlerine bakılacak olursa mevcut durumu koruma çabası daha ön planda görünüyor.

30 YIL NE KADAR UZUN

Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmak için önümüzde daha 30 yıl var diye düşünebiliriz. Yeni bir milenyuma girdiğimiz 2000 yılı da daha dün gibi hafızalarda. 20 yıl ne kadar çabuk geçtiyse, gelecek 30 yıl daha da hızlı geçecek demektir. Bu nedenledir ki her gün, her ay, her yıl altın değerinde iklim değişikliğine karşı mücadelede.

Birey olarak kendi günlerimize nasılsa yarın yenisi var diye kolaycı ve sorumsuzca davranabiliriz. Şirketlerin, uluslararası kurumların ve ülkelerin günlük düşünme, günü kaybetme gibi bir lüksü asla olamaz. Türkiye dahil 196 ülkenin Paris İklim Anlaşmasına imza atmaları ve anlaşmanın da ülkeler açısından bağlayıcı olması çok önemli.

ISI ARTIŞINI 1.5 DERECE İLE SINIRLAMAK

Bilindiği üzere Paris Anlaşması iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerine karşı bir uzun dönemli strateji olarak küresel sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme kıyasla +2 derecenin altında tutulmasını ve uzun dönemli hedef olarak da bu ısı artışının 1.5 derecede tutulmasını öngörüyor. Anlaşma aynı zamanda imza atan tarafların 2050 yılına kadar sıfır karbon hedefine ulaşmalarını bağlayıcı hale getiriyor. Avrupa Birliği küresel bir aktör olarak anlaşmanın en önemli tarafı durumunda. 2050 yılına kadar tüm üye ülkeler sıfır karbon hedefine ulaşmayı hedefliyor.

İklim-nötral bir AB hedefi sera gazı emisyonlarının 2050’de nötr hale gelmesini yani sıfırlanmasını öngörüyor. Bu hedefin gecikilmeksizin uygulanması gereken bir hedef olduğu kadar, daha iyi bir gelecek için de şart olduğunun altı çiziliyor.

Ülkeler kadar toplumun her kesiminin, enerji, sanayi, iletişim, finans, bilişim, tarım ve ormancılık dahil tüm sektörlerin,  tüm bireylerin çabasının da hayati bir rol oynayacağı belirtiliyor. Pandemi öncesinde Kasım 2019’da imzalanan Avrupa Green Deal-yeşil anlaşma sürdürülebilir Avrupa için çok önemli şartları içinde taşıyor.

TÜRKİYE YÜZDE 21 ARTIŞTAN AZALTMA

2015 yılında Paris’te gerçekleştirilen konferansta 196 ülkenin oy birliği ile kabul edilen Paris Anlaşması’na bugüne kadar 194 ülke imza atarken, 127’si ise taraf oldu. Türkiye Paris Anlaşması’na 22 Nisan 2016 tarihinde imza attı, ancak henüz taraf olmadı. Türkiye’nin taraf olmadığı sürece, 2030 yılına kadar sürecek olan Paris Anlaşması ile ilgili esas ve usullerin belirlenmesi müzakerelerinde söz sahibi olamayacağı belirtiliyor.

Ancak Türkiye Paris Anlaşması’na ilişkin olarak ulusal katkısını (Intended Nationally Determined Contribution – INDC) 30 Eylül 2016 tarihinde sunarak, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını % 21 oranında artıştan azaltmayı taahhüt etmiş durumda. Türkiye mevcut durumda G-20 içinde Paris Anlaşmasına taraf olmayan tek ülke durumunda.

Türkiye resmi görüş olarak finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek bakımından kendisi ile benzer konumdaki ülkelerle aynı şekilde muamele görmek isterken, ikinci husus olarak da Türkiye’nin ekonomik büyüme, nüfus artışı gibi ölçütler dikkate alındığında mutlak emisyon azaltımı yapmasının olanaksız olduğu ve bu hususun kayıt altına alınması gerektiği yönünde.

BUGÜN İÇİN Mİ, YARIN İÇİN Mİ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Kuşkusuz COVID-19 pandemisi ortamında gerek bireysel gerek kurumsal gerekse ülkesel düzeyde sürdürülebilirlik kavramı yeni bir boyut kazandı. Dünya mevcut durumda COVID-19 küresel kriziyle her cephede uğraşırken, tek tek bireylerden, kurumlara, ülkelere ve sonuçta küresel dünyanın büyük oyuncularına kadar her cephede sürdürülebilirlik yeniden temel bir kavram haline geldi. Tabi ki bu sürdürülebilirlik, çevresel sürdürülebilirlikten daha çok, ayakta kalmakla, varlığını devam ettirmekle ilgili bir durum.

Ancak sürdürülebilirlik yönünden gerek kısa ve orta gerekse uzun vadeli hedeflere ulaşmada bugün atılacak adımların da büyük önem taşıdığı açıktır. Doğal yaşamın korunması, enerji verimliliği, atık yönetimi, geri dönüşüm, ormansızlaştırmanın önüne geçilmesi, su kaynaklarının ve tarımsal arazilerin korunması ve geliştirilmesi sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği mücadelesinde önemli başlıkları oluşturuyor.

TEMİZ ENERJİYE DOĞRU YOLCULUK

COVİD-19 krizi ve pandemisi şiddetini bireyler ve ülkeler düzeyinde şimdiye karşı karşıya kalınmış en büyük kriz olarak hissettirirken, küresel şirketlerden de ekolojik sürdürülebilirliğe yönelik açıklamalar da hız kazanıyor. Dünyamızın geleceğini kurtarmak için COVID-19’u bir fırsat ya da radikal dönüşüm için fırsat olarak gören bir dizi şirketi görüyoruz.

Bilişim devi Apple bir yandan karbon ayak hızını 2030 yılına kadar sıfırlamaya odaklanırken, yenilenebilir enerjiyi tüm süreçlerde temel enerji kaynağı olarak kullanma politikasına da hız veriyor. Microsoft, Google, Facebook gibi grupların da yenilenebilir enerjiye geçişe yönelik benzeri çabaları ve yatırımları gündeme geliyor.

KARBON AYAK İZİNİ SIFIRLAMA YARIŞI

Küresel şirketlerin COVID-19 krizinin ortasında ekolojik adımlar atması, örnek oluşturucu davranış olması yönüyle kuşkusuz çok önemli. Hatta küresel şirketler arasında karbon ayak izini sıfırlama konusunda bir yarış olduğu da gözleniyor. Apple Paris Anlaşması’nın öngördüğü 2050’den 20 yıl daha öncesinde tedarik zinciri dahil tüm ürün süreçlerinde karbon ayak izini sıfırlamaya odaklı.

Apple CEO’su Tim Cook bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle özetliyor:  “Çevre yolculuğumuza güç veren inovasyonlar yalnızca gezegenimiz için iyi olmakla kalmıyor, aynı zamanda ürünlerimizi enerji tüketimi açısından daha verimli hale getirmemizi sağlıyor ve dünya çapında yeni temiz enerji kaynakları sunuyor.

İklim hareketi; yenilikçi potansiyel, istihdam yaratma ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin damgasını vuracağı yeni bir çağın temelini oluşturabilir. Karbon nötr olma taahhüdümüzle, çok daha büyük bir değişim yaratacak bir hareketin öncüsü olmayı umuyoruz.”

Öte yandan Microsoft bu konuda daha cesur bir adım atarak 2030 yılında sıfır karbon değil karbon negatif bir duruma geçmeyi hedeflediğini açıkladı. Microsoft’un hedefi 2050 yılına gelindiğinde o güne kadar şirketin atmosfere bıraktığı  tüm emisyonları temizlemek. Karbon sıfır konusunda bir tarih vermese de Google data merkezini tümüyle yenilenebilir enerjiye dönüştürme planları yapıyor. Amazon ise 2040 yılında yani Paris Anlaşması hedefinden 10 yıl öncesinde karbon nötr hedefini belirledi.

Mercedes, Nike ve Starbucks’ın da karbon emisyonunu azlatma teknolojilerini paylaşma konusunda bir konsorsiyum oluşturdukları biliniyor. COVID-19 sürecince sürdürülebilirlik konusunun ekolojik sürdürülebilirlikten bağımsız düşünülemeyeceği artık çok net. Bu nedenledir ki, şirketler dünyasında da bu isimlere her gün yenilerinin ekleneceğini beklemek doğal bir beklenti olacak.

“UNİLEVER 1 MİLYAR EURO İLE ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYUYOR”

Pandeminin ortasında ekolojik sürdürülebilirliğe yönelik bir önemli adım da Unilever Global’den geldi. Unilever 2039 yılına kadar tüm ürünlerinin karbon ayak izini sıfırlayacağını açıkladı. Şirket ayrıca bu adımları hızlandırmak için Unilever bünyesindeki markaların bir araya gelerek, bu amaçlara yönelik oluşturulan yeni İklim ve Doğa Fonu’na bu süreçte 1 milyar dolarlık kaynak aktaracağını duyurdu. Kuşkusuz bu çabalar önemli, ilham verici ve geleceğe yönelik teşvik edici örnek girişimler.

Unilever Dünya Başkanı Alan Jope’nin  şu sözleri içinden geçtiğimiz dönemi anlama açısından şirketler dünyasının sürdürülebilirlik konusuna yaklaşımını da iyi özetliyor: “Tüm dünya bir yandan COVID-19 salgınının yıkıcı etkileriyle baş etmeye çalışıp bir yandan da eşitsizliklerden kaynaklanan ciddi sorunlarla boğuşurken, iklim değişikliğinin hepimizi tehdit etmeye devam ettiği gerçeğini unutamayız.

İklim değişikliği, doğanın bozulması, biyo-çeşitliliğin azalması, su kıtlığı gibi sorunlar aslında birbiriyle bağlantılı. Bu sebeple hepsiyle aynı anda mücadele etmeliyiz. Bu mücadeleyi verirken iklim krizinin sadece çevre açısından acil önlem gerektirmekle kalmayıp, aynı zamanda hayatlarımız ve geçim kaynaklarımız üzerinde de korkunç bir etkisi olduğunu aklımızda tutmalıyız. Bu sebeple bu krizle mücadeleye yardımcı olmak için elimizi taşın altına koyuyoruz.”

SIFIR KARBON AYAK İZİ YETMEZ

Fosil yakıtlardan uzaklaşarak yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına yönelme eğiliminin bir ideal, bir zorunlu tercih ve bir politikalar demeti olarak tüm dünya çapında giderek hız kazanacağı beklentisi öne çıkıyor. Sürdürülebilir ekonomilerin, sürdürülebilir enerji kaynaklarıyla mümkün olabileceği açıktır. Karbon nötr (sıfır ayak izi) yaklaşımı kadar, karbon negatif hedefi de öne çıkacak gibi görünüyor yakın gelecekte. Yani atmosfere bırakılan emisyonlardan daha fazlasını geri çekebilmek bir ileri hedef olacak.

Çünkü iklim değişikliği ile mücadelede sadece karbon ayak izini sıfırlamak tek başına yeterli değil. Karbon ayak izinin hangi süreçlerde ve hangi yöntemlerle sıfırlandığı da önemli. Fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerjinin kullanımı mutlak anlamda karbon salımını durduracağı için karbon ayak izinin  temiz enerji yoluyla sıfırlanması en çevreci model olacak. Çünkü karbon ayak izini nötr hale getirme çabasındaki şirketler üretim, dağıtım süreçlerinde fosil yakıtları uzun bir süre kullanmayı da sürdürecekler. Kısaca atmosfere karbon salımına devam edecekler.

Content Protection by DMCA.com

Bir Cevap Bırakın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.