2024 yılında Barselona’daki bağımsız bir araştırmaya göre, AB’nin mevcut endüstri politikaları enerji, ekonomi ve iklim krizlerine çare olmaktan uzak; aksine, bu krizleri daha da derinleştiriyor. AB’nin söylemleri ile politikaları arasındaki çelişkiler artıyor.
Avrupa Birliği’nin son yıllarda öne çıkardığı “tek pazar dayanıklılığı”, “stratejik otonomi” ve “rekabetçi sürdürülebilirlik” gibi kavramlar, bilim insanlarına göre içsel çelişkiler taşıyor. Barselona Otonom Üniversitesi Çevre Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü (ICTA-UAB) tarafından yürütülen ve Globalizations dergisinde yayınlanan bir çalışma, mevcut endüstri politikasının bu hedeflere ulaşamayacağını vurguluyor.
Temel hizmetler görmezden geliniyor, istikrar tehlikede
Çalışmaya göre AB, krize dayanıklı bir ekonomi kurmak istiyorsa, sağlık, barınma, ulaşım ve bakım gibi temel hizmetleri güçlendirmek zorunda. Bu alanlar Avrupa istihdamının yaklaşık %40’ını oluşturuyor. Ancak kamu yatırımları, sosyal uyum, nitelikli istihdam ve mesleki eğitim gibi alanlara yeterince odaklanılmaması, ekonomik istikrarı zedeliyor.
Stratejik otonomi arayışı, çevresel ve jeopolitik gerilimleri artırıyor
Avrupa Birliği’nin stratejik otonomi vizyonu, Kritik Hammaddeler Yasası gibi düzenlemelerle yerli kaynakların daha yoğun çıkarımını teşvik ediyor. Ancak bu yaklaşım, hem birlik içinde çevresel gerilimlere neden olabiliyor hem de küresel Güney ile ilişkilerde yeni çatışma alanları yaratabiliyor. Araştırmaya göre, AB enerji talebini 2050 yılına kadar %50 azaltabilirse, hem enerji bağımsızlığına ulaşmak hem de dışa bağımlılığı azaltmak için daha barışçıl ve sürdürülebilir bir yol izlenebilir.

“Yeşil büyüme” varsayımları bilimsel destekten yoksun
AB, sürdürülebilirlik stratejilerini pazar odaklı yaklaşımlara ve özel sektör rekabetine dayandırıyor. Ancak çalışma, mevcut sistemin ne enerji ne de malzeme tüketiminde gerekli mutlak azaltımı başarabileceğini gösteriyor. Özellikle SUV üretimi, hızlı moda ve finansallaşmış konut gibi çevreye zarar veren ancak kazancı yüksek alanların sürmesi, çevresel sınırları zorlamaya devam ediyor.
Post-büyümeci sanayi politikası nasıl bir yön çiziyor?
Araştırma, AB’nin sanayi politikasını kökten değiştirmesi gerektiğini savunuyor. Bu çerçeve, ekonomik büyümeyi mutlak bir hedef olarak görmeyen, bunun yerine toplumsal refahı ve çevresel sınırları merkeze alan post-büyümeci bir yaklaşımı benimsiyor. Örneğin, SUV üretimi gibi çevreye zarar veren sektörler yerine, kamu ulaşımına yönelik yatırımların teşvik edilmesi öneriliyor. Önerilen sistem şu ilkeleri temel alıyor: Temel yaşam hizmetlerinin kamusal olarak güvence altına alınması (Foundational Liveability), kaynak çatışmasını azaltan çok kutuplu ve yerelleşmiş bir diplomasi (Peaceful Planetary Co-Existence) ve demokratik planlama ile ekonominin toplum yararına dönüştürülmesi (Democratically Coordinated Sustainability). Bu yaklaşım, yeşil büyümeye dayalı ancak piyasa sınırlarına takılan stratejilerin ötesine geçerek, kamu yararını önceliyor.

Geçiş dönemi için uygulanabilir adımlar
Araştırmaya göre bugünün siyasi ve ekonomik sınırları içinde bile atılabilecek somut adımlar bulunuyor: Bu adımlar, örneğin bazı üye ülkelerde gündeme gelen temel hizmetlerin yeniden kamusallaştırılması, Almanya ve Fransa’daki enerji verimliliği planları ya da AB Komisyonu’nun malzeme verimliliği odaklı stratejileri gibi girişimlerle, halihazırda çeşitli düzeylerde tartışılıyor ya da uygulanıyor.
- Temel kamu hizmetlerinin yeniden kamusallaştırılması ve yatırımla desteklenmesi
- Enerji ve malzeme tüketiminin azaltılmasına yönelik yeterlilik politikaları
- Özel sektörü kamu yararı ekseninde dönüştürecek yeşil planlama mekanizmaları
Bu adımlar, hem mevcut yapıya müdahale şansı sunuyor hem de uzun vadede daha adil ve dayanıklı bir düzenin temelini atma potansiyeli taşıyor. Bu dönüşümün uygulanmasında yerel yönetimler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve enerji kooperatifleri gibi paydaşlar kritik rol oynayabilir.
Türkiye için çıkarılacak dersler
AB için yapılan bu eleştiriler, benzer ekonomik stratejilere sahip Türkiye için de önemli mesajlar içeriyor. Özellikle enerji bağımlılığını azaltmak, temel hizmetleri iyileştirmek ve sürdürülebilirliği kamu yararı odaklı planlamak gibi konular, Türkiye’nin de sanayi politikasında dikkate alabileceği yapısal dönüşüm alanlarını işaret ediyor. Bu doğrultuda, örneğin kamu ulaşımına yatırımın artırılması ve yerli gıda üretiminde agroekolojik yöntemlerin teşvik edilmesi gibi politikalar, hem ekonomik dirençliliği artırabilir hem de çevresel sürdürülebilirliği destekleyebilir.

Krizleri derinleştiren değil, dönüştüren bir sanayi politikasına ihtiyaç var
Avrupa Birliği’nin mevcut sanayi politikası, çözüm üretmekten çok yapısal sorunları daha da derinleştiriyor. Enerji bağımlılığı, sosyal eşitsizlik ve çevresel sınırların aşılması gibi sorunlar, piyasa odaklı stratejilerle çözülemiyor. Araştırmanın önerdiği post-büyümeci yaklaşım ise, refahı merkeze alan, kaynak çatışmalarını azaltan ve kamusal planlamayı güçlendiren yeni bir yol haritası sunuyor. Bu perspektif yalnızca AB için değil, benzer ekonomik kırılganlıklar yaşayan Türkiye gibi ülkeler için de kritik önem taşıyor. Gelecekte krizlere karşı daha dirençli, adil ve sürdürülebilir bir ekonomik yapı kurmak ancak bu tür radikal ama uygulanabilir dönüşümlerle mümkün olabilir.
İlgili makaleler
- AB’de güneş enerjisi: rekorlar, beklentiler ve geleceğin politikaları
- Avrupa Parlamentosu, geniş kapsamlı net‑sıfır sanayi yasası’nı onayladı
- Avrupa yeşil dönüşümde rekabeti kaybediyor mu? Türkiye nasıl konum almalı?

















