Artık petrol ve doğal gaz kadar stratejik önemi olan madenler üzerine jeopolitik gerilimler yaşayacağız. Nitekim, elektrikli araçlarda kullanılan pillerin ana maddesi olan lityum-iyon madeni bugün artık altın değerinde, zira elektrikli araç üretimi arttıkça lityuma talebin 2025’e kadar bugünkünün iki katı olması bekleniyor.
Bolivya, Avustralya, Şili ve Arjantin bu madende en fazla rezerve sahip ülkeler.
Dünya lityum rezervlerinin (çoğu Salar de Uyuni’de olmak üzere) yüzde 70’ine sahip Bolivya’da solcu Eva Morales yönetiminin, bir Alman firmasının (ACISA) sözleşmesini iptal etmesinden bir hafta sonra askeri darbe ile devrilmesi ve Meksika’ya kaçmak zorunda kalması herhalde tesadüf olamaz.
ACISA, Tesla’ya pil sağlıyor elektrik araçları için. Ve her ikisinin hisseleri tavan yaptı darbe sonrasında.
Morales, bu madeni millileştirerek lityumu ham olarak ihraç etmek yerine katma değer yaratacak şekilde pil olarak satmayı öngörüyordu.
TÜRKİYE ÇATIŞMALARIN DIŞINDA KALAMAZ
2006’da iktidara gelmesinden bu yana Glencore, Jindal Çelik, Anglo-Argentinian Pan American Energy ve South American Silver (şimdi TriMetals Mining) gibi şirketlerin faaliyetlerini ya sonlandırdı ya da kısıtladı, onlara yüksek tazminatlar – toplam 1.9 milyar dolar- ödemek zorunda kaldı. Ancak bu sayede ülke GSMH’ni üçe katlamayı – 28 milyar dolar –ve döviz rezervlerini şişirmeyi de başardı.
Gayet tabii ki Bolivya ulusal maden şirketi Comibol ve ulusal lityum şirketi Yacimentos de Litio Bolivianos tek başlarına bu kaynakları işletecek sermayeye, insan gücüne ve teknolojiye sahip değil. Dış yatırım şart.
İmdatlarına iki Çinli şirket – TBEA Grubu ve China Machinery Engineering – yetişmiş, anlaşılan.
Darbenin nedenlerinden birisinin de ABD’nin “arka bahçesi” nde böylesine stratejik bir madenin çıkartılması ve dünya piyasalarına sunulmasında Çin’in baş rol almaya çalışması ve bunun kaynağında önlenmesi çabası olduğu söylenebilir.
Önümüzdeki dönemde artık petrol ve doğal gazdan çok uranyum, toryum, lityum, kobalt ve nadir toprak kaynakları üzerinde jeopolitik çekişmeler yaşayacağımız kesin gibi görünüyor.
Türkiye’nin bu çatışmaların dışında kalamayacağını, kaynak paylaşımı mücadelesinde gücü ve gereksinimleri ile orantılı etkin bir rol geliştirmesi gerektiğini anlatmaya gerek var mı?