Türkiye, yerli nükleer reaktör çağrısı, 2050’ye uzanan 20 GW nükleer hedefi ve Baykar’ın 40 MW’lık küçük modüler reaktör tasarımıyla nükleer enerjiyi enerji güvenliği, sanayi politikası ve teknoloji egemenliği denkleminde yeniden konumlandırıyor. Bu süreç fırsatlar kadar ciddi soru işaretleri de barındırıyor.
Hızlı bakış
- Türkiye, yerli nükleer reaktör çağrısı ve 2050’ye uzanan 20 GW hedefiyle nükleer enerjiyi enerji güvenliği ve teknoloji egemenliği denklemine yerleştiriyor.
- Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın çağrısı, mikro reaktörler ve küçük modüler reaktörler için prototip üretimi ve test zorunluluğu ile yerli ekosistemi hedefliyor.
- Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, 2050’de elektriğin yüzde 10–15’inin nükleer enerjiden sağlanmasını ve 5.000 MW küçük modüler reaktör kapasitesini öngörüyor.
- Baykar’ın 40 MW’lık küçük modüler reaktör tasarımı, savunma sanayii ile enerji teknolojilerini birleştiren yeni bir Ar Ge ekseni olarak öne çıkıyor.
- Regülasyonun bağımsızlığı, insan kaynağı kapasitesi ve toplumsal kabul, yerli nükleer ve SMR vizyonunun başarısı için kritik kırmızı çizgiler olarak duruyor.
Yerli nükleer reaktör geliştirilmesi çağrısı ile ekosistemin çekirdeği
Türkiye, birkaç ay içinde nükleer enerji alanında üç kritik hattı aynı kareye taşıdı: Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın “Yerli Nükleer Reaktör Geliştirilmesi Çağrısı”, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2050’ye kadar 20 GW nükleer kapasite ve 5.000 MW küçük modüler reaktör hedefi ve Baykar’ın 40 MW kapasiteli küçük modüler reaktör (SMR) tasarımı üzerinde çalıştığının Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar tarafından doğrulanması.
Bu adımlar, nükleer enerjiyi Türkiye’nin enerji güvenliği, sanayi politikası ve teknoloji egemenliği denkleminde yeniden konumlandırıyor. Ancak hızlanan gündemde hem fırsatlar hem de ciddi soru işaretleri birikiyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Eylül 2025’te “Yerli Nükleer Reaktör Geliştirilmesi Çağrısı”nı açıkladı. Çağrı; yerli sanayi, TENMAK, TÜBİTAK ve üniversitelerin katılımıyla, mikro reaktörler ve küçük modüler reaktörler dahil olmak üzere yenilikçi reaktör tasarımlarının geliştirilmesini hedefliyor.
Teknoloji odağı
Program, mikro reaktörler, küçük modüler reaktörler ve farklı güç aralıklarında üçüncü nesil artı ve dördüncü nesil reaktör tasarımlarını kapsıyor. Amaç; ölçeklenebilir, emniyetli ve şebeke entegrasyonu kolay çözümlerle yerli teknolojik kabiliyeti artırmak.
Zorunlu prototip şartı
Çağrı kapsamında, nükleer reaksiyonların gerçekleştirileceği en az bir prototip reaktörün üretilmesi, test edilmesi ve belgelendirilmesi şart koşuluyor. Bu kapsam, tasarımdan sahaya kadar mühendislik doğrulaması ve emniyet kültürünün yerleşmesine odaklanıyor.
Rekabet öncesi iş birliği modeli
Program, rekabet öncesi iş birliği mantığıyla tasarlandı. Projeler birden fazla fazdan oluşabiliyor ve ilişkili alt projeleri bir araya getirebiliyor. Böylece çekirdek teknoloji, malzeme, kontrol ve ölçüm sistemlerinde yerli ekosistemin güçlendirilmesi hedefleniyor.
Takvim ve başvuru süreci
Başvuruların 31 Aralık 2025 tarihine kadar rip.sanayi.gov.tr üzerinden alınacağı açıklandı. Bu takvim, 2030’lar ve 2040’lar için öngörülen nükleer kapasite artışının bugün başlayan Ar-Ge ve prototip süreciyle destekleneceğini gösteriyor.
Yirmi gigavat nükleer kapasite ve beş bin megavat SMR ile 2050 enerji matematiği
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, farklı platformlarda Türkiye’nin nükleer vizyonunu netleştirdi. Bu vizyona göre Türkiye, 2035’e kadar yaklaşık 7–7,2 GW nükleer kapasiteye, 2050’ye kadar ise 20 GW’tan fazla nükleer güce ulaşmayı hedefliyor. Bu toplamın içinde 5.000 MW’lık küçük modüler reaktör kapasitesi de yer alıyor.
Bakan Bayraktar, 2050’de Türkiye’nin elektrik üretiminin yüzde 10–15’inin nükleer enerjiden gelmesini, bunun da 12 konvansiyonel reaktör ve ilave 5.000 MW küçük modüler reaktör kapasitesi ile mümkün olacağını vurguluyor. Bu tablo, nükleer enerjiyi hem baz yük hem de stratejik kapasite aracı olarak yeniden tanımlıyor.
Bu hedefler üç kritik dinamik üzerine kurulu. İlk olarak, baz yükün kademeli olarak kömür ve doğalgazdan nükleere kaydırılması öngörülüyor. İkinci olarak, artan elektrifikasyon, elektrikli araçlar, veri merkezleri, ısı pompaları ve sanayi elektrifikasyonu karşısında kesintisiz güç kapasitesi oluşturulması hedefleniyor. Üçüncü olarak da bu sürecin ithal fosil yakıt bağımlılığını ve yerel hava kirliliğini azaltacak bir enerji karışımı üretmesi bekleniyor.
Küçük modüler reaktörler bu denklemde, büyük santrallerin yanında dağıtık, esnek ve modüler bir baz yük çözümü olarak konumlanıyor. Böylece hem büyük ölçekli nükleer santraller hem de daha küçük ve hızlı devreye alınabilir ünitelerle çok katmanlı bir nükleer altyapı modeli hedefleniyor.
Savunmadan nükleere uzanan Baykar’ın 40 MW SMR tasarımı
Bu stratejik fon üzerine düşen en dikkat çekici gelişmelerden biri Baykar’ın nükleer alana yönelmesi oldu. Enerji Bakanı Bayraktar, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, Baykar’ın 40 MW kapasiteli bir küçük modüler reaktör tasarımı üzerinde çalıştığını ifade etti.
Açıklamalara yansıyan bilgilere göre, geliştirilen modül yaklaşık 100 binden fazla hanenin elektrik ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede hedefleniyor. Hükümet, bu tür projeleri mümkün kılmak için nükleer alanda özel sektörün küçük modüler reaktör prototipi geliştirip kurmasına izin verecek yeni bir yasal düzenleme hazırladığını da dile getiriyor. Uluslararası nükleer yayınlar, Baykar’ın inisiyatifini Türkiye’nin 5.000 MW küçük modüler reaktör planının teknolojik omurgalarından biri olarak yorumluyor.
Öte yandan, projenin önemli unsurları hâlâ belirsiz durumda. Reaktör tasarımının teknik tipi, soğutma teknolojisi, yakıt türü ve güvenlik konsepti kamuoyuna açık şekilde paylaşılmış değil. İlk prototip için öngörülen fiziki lokasyon, takvim ve lisans süreçleri de somutlaşmış görünmüyor. Ayrıca projenin doğrudan “Yerli Nükleer Reaktör Geliştirilmesi Çağrısı” kapsamında mı, yoksa paralel bir çerçevede mi ilerlediğine dair net bir idari bağlayıcı ifade bulunmuyor.
Bugün itibarıyla eldeki tablo, bakan tarafından doğrulanmış bir niyet ve Ar-Ge doğrultusunu gösteriyor. Buna karşın, detaylı mühendislik dosyaları ve konumlandırma bilgilerinin kamuya açık hale gelmesi, hem teknik şeffaflık hem de toplumsal güven açısından kritik önem taşıyor.
Firecarrier bakışıyla yerli nükleer ve SMR gündeminde açılan fırsat penceresi
Firecarrier bakış açısından bu gelişmeleri üst üste koyduğumuzda, üç katmanlı bir fırsat penceresinin açıldığını görmek mümkün. Yerli nükleer reaktör çağrısı, uzun vadeli kapasite hedefleri ve özel sektörün nükleer Ar-Ge hamleleri, Türkiye’nin enerji, sanayi ve teknoloji ekseninde yeni bir faza geçme ihtimalini ortaya çıkarıyor.
Teknoloji egemenliği ve nükleer tedarik zinciri
Yerli reaktör tasarımı, sadece santral inşa etmekten ibaret değil. Aynı zamanda yakıt döngüsü, malzeme ve alaşım teknolojileri, enstrümantasyon ve kontrol yazılımları ile güvenlik ve sertifikasyon ekosistemi anlamına geliyor. Bu zincir kurulduğu takdirde nitelikli istihdam artar, araştırma enstitüleri ile sanayi arasında yüksek teknoloji eksenli yeni bir köprü açılır.
Böyle bir çerçeve, orta ve uzun vadede ihracat ve bölgesel teknoloji ortaklıkları için de zemin oluşturabilir. Yerli nükleer Ar-Ge, Türkiye’nin sadece iç pazarda değil, bölgesel ölçekte de teknoloji sağlayıcı konuma yükselmesine kapı aralayabilir.
Küçük modüler reaktörler ile dağıtık baz yük kapasitesi
Küçük modüler reaktör konsepti, Türkiye’nin dağıtık ama güçlü bir enerji mimarisine geçişinde kritik rol oynayabilir. Klasik bin megavatlık bloklar yerine 40–300 MW’lık modüllerle kapasite artırma imkânı, hem yatırım maliyetlerinin dilimlenmesini hem de coğrafi esneklik kazanılmasını sağlar.
Böyle bir modelde sanayi bölgeleri, madencilik sahaları, ada ve uzak yerleşimler veya veri merkezleri etrafında lokal baz yük merkezleri kurulabilir. Yüksek yenilenebilir penetrasyonuna sahip bir şebekede, modüler ve rampalanabilir nükleer üniteler, rüzgar ve güneş üretimindeki dalgalanmaları dengeleyecek bir arka plan gücü sunabilir.
Türkiye’nin 2050’de 20 GW nükleer ve 5.000 MW küçük modüler reaktör hedefi, bu anlamda nükleer ve yenilenebilir kaynaklara dayalı hibrit bir sistem varsayımına dayanıyor. Bu hibrit yapı, enerji dönüşümünde hem güvenlik hem de emisyon azaltımı açısından kritik bir denge noktası oluşturabilir.
Savunma sanayii ile enerji teknolojileri arasında yeni kesişim alanı
Baykar gibi savunma teknolojilerinde ciddi sistem entegrasyonu, otonom kontrol, yapay zeka ve karmaşık tedarik yönetimi deneyimine sahip bir şirketin nükleer tasarım alanına girmesi, teorik olarak hızlı Ar-Ge döngüleri ve sistem mühendisliği bakış açısı anlamına gelebilir.
Bu tür bir birikim, gömülü yazılım, siber güvenlik ve karmaşık sistem entegrasyonu gibi alanlarda avantaj sağlayabilir. Doğru kurumsal çerçeve ve şeffaflıkla yürütülürse, Türkiye’nin savunma, enerji ve yazılım ekseninde yeni bir yüksek teknoloji kümelenmesi oluşturması mümkün olabilir.
Firecarrier bakışıyla riskler, kırılganlıklar ve kırmızı çizgiler
Aynı tabloyu ters çevirip baktığımızda ise en az fırsatlar kadar keskin sorularla karşılaşıyoruz. Nükleer enerji, doğası gereği yüksek güvenlikli ve yüksek risk algılı bir alan. Bu nedenle regülasyon, kurumsal kapasite ve toplumsal kabul konularında atılacak adımlar belirleyici olacak.
Regülasyonun bağımsızlığı ve çıkar çatışması riski
Nükleer güvenlik, atık yönetimi, radyolojik koruma ve lisanslama devredilemez kamusal sorumluluklardır. Özel sektörün, özellikle savunma sanayii kökenli şirketlerin bu alana girişi; regülasyonun bağımsızlığı, denetim mekanizmalarının şeffaflığı ve olası çıkar çatışmaları açısından dikkatle tasarlanmak zorundadır.
Enerji Bakanı’nın işaret ettiği yeni yasal düzenleme, küçük modüler reaktörlere özel bir çerçeve getirmeyi amaçlıyor. Ancak bu çerçevenin, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı standartlarıyla uyumlu, bağımsız düzenleyici otoriteyi güçlendiren ve kamusal gözetimi güvenceye alan bir yapıda olması gerekiyor. Aksi halde, nükleer projeler teknik olarak ne kadar iddialı olursa olsun toplumsal meşruiyet üretmekte zorlanabilir.
Kurumsal kapasite ve insan kaynağı gereksinimi
Akkuyu örneğinde dahi yakıt, teknoloji ve işletme tecrübesinin önemli kısmının dış kaynaklı olduğu görülüyor. Yerli reaktör, küçük modüler reaktör ve mikro reaktör vizyonu için yeterli sayıda nükleer mühendis, malzeme bilimci, reaktör fizikçisi ve güvenlik uzmanı yetiştirilmesi gerekiyor.
Bu hedefe ulaşmak için uzun vadeli insan kaynağı planlaması, akademi, enstitü ve sanayi üçgeninde kalıcı programlar ve nükleer alanda uzmanlaşmış araştırma merkezlerinin güçlendirilmesi gerekiyor. Bu kapasite inşa edilmeden küçük modüler reaktör trendine hızlı cevap vermeye çalışmak, ileride proje ertelenmeleri, maliyet şokları ve güven kaybı doğurabilir.
Toplumsal kabul, şeffaflık ve güven inşası
Nükleer projelerin başarısı, teknik güvenlik kadar toplumsal kabul düzeyine de bağlı. Lokasyon seçimi, deprem ve iklim riskleri, atıkların nereye, nasıl ve hangi süreyle depolanacağı, olası bir olayda acil durum planları gibi konuların şeffaf, veri temelli ve katılımcı bir şekilde tartışılması gerekiyor.
Özellikle savunma sanayii kökenli bir şirketin nükleer alanına girmesi, güvenlikçi kapalı kültür ile kamuya açık enerji altyapısı arasındaki gerilimi daha belirgin hale getirebilir. Bu noktada bilgiye erişim, hesap verebilirlik ve bağımsız medya kadar, sivil toplumun ve yerel toplulukların sürece dahil edilmesi de hayati önem taşıyor.
Yerli nükleer ve SMR adımlarında Türkiye’nin önündeki eşik
Bugün elimizde, devletin açtığı ve prototip şartı koyan yerli nükleer reaktör çağrısı, 2050’ye kadar 20 GW nükleer kapasite ve bunun içinde 5.000 MW küçük modüler reaktör hedefi ile bu vizyonun özel sektör ayağında savunma kökenli bir oyuncunun 40 MW’lık küçük modüler reaktör tasarımı üzerinde çalıştığının resmen doğrulanması bulunuyor.
Firecarrier açısından bu tablo, Türkiye’nin enerji, teknoloji ve egemenlik ekseninde yeni bir kırılma noktasına geldiğini gösteriyor. Eğer bu süreç güçlü regülasyon, şeffaflık ve bağımsız denetim ile yönetilirse, yerli nükleer ekosistem gerçek bir teknoloji sıçraması yaratabilir. Aksi halde, nükleer enerji; enerji geçişini hızlandıran bir araç yerine dışa bağımlılığı farklı biçimlerde yeniden üreten, toplumsal güveni zedeleyen ve kapalı devre bir güç alanına dönüşme riski taşır.
Bu nedenle soru basit ama ağırlığı büyük. Türkiye, yerli nükleer reaktör ve küçük modüler reaktör hamlesini gerçekten yeşil dönüşüm ve teknoloji egemenliği yönüne mi çevirecek, yoksa bu alan yeni bir kapalı güç mimarisine mi dönüşecek? Sizce Türkiye’nin yerli nükleer ve küçük modüler reaktör adımları, enerji bağımsızlığı ve yeşil dönüşüm hedeflerinde gerçek bir dönüm noktası olabilir mi, yoksa kritik eksik halkalar hâlâ yerli yerinde duruyor mu?
İlgili haberler
- Türkiye’nin nükleer yol haritası: 2050’de 20 GW, SMR ve küresel iş birliği
- Türkiye yerli nükleer reaktör geliştirme çağrısı: Mikro reaktör, SMR ve prototip hedefi
- Yapay zeka nükleer hisseleri uçurdu: SMR dönemi başladı
- Eksim Ventures’ten Aalo Atomics’e küçük modüler reaktör yatırımı
- Nükleer ihracat ve ithalat yönetmeliği: 2050 nükleer hedefi için altyapı adımı









