İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkan Yardımcısı, Bartın Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Alkan Üstün ile iklim değişikliği ve toplumsal eşitsizlikler üzerine araştırmalar yapan Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Bahattin Cizreli, insan kaynaklı iklim değişikliğinin küresel ölçekte nasıl çevresel adaletsizlik üreterek kırılgan gruplara zarar verdiğini değerlendirdi.
Üstün, mevcut sosyo-ekonomik kırılganlıklar ve sosyal ayrımcılık nedeniyle düşük gelirlilerin, kadınların, çocukların, yaşlıların, engellilerin ve göçmenlerin iklim değişikliğinin etkilerinden daha yoğun şekilde etkilendiğini belirterek, “Bu durum toplumdaki çevresel fayda ve zararların eşitsiz dağılımını ifade eden ‘çevresel adaletsizlik’ kavramıyla açıklanabilir.” dedi.
Tarihin farklı dönemlerinde, ortalama sıcaklıklarda değişimlerin kaydedilmesine rağmen bugünkü iklim değişikliğinin üretim ve tüketim ilişkilerine dayanan insan kaynaklı bir kriz olduğunu kaydeden Üstün, hem ülkeler düzeyinde hem de sosyal gruplar arasında tüketimi daha az olan kırılgan grupların iklim değişikliğinin çeşitli olumsuz sonuçlarını daha çok hissettiğini anlattı.
Üstün, insan kaynaklı iklim değişikliğinin en önemli tetikleyicilerini, fosil yakıtların yoğun biçimde kullanımına bağlı karbon emisyonunun artması ve artan tüketim talebinin karşılanması için atmosferin yenilenmesinde büyük rolü olan ormanlık alanların tarım arazisine dönüştürülmesi şeklinde sıralayarak, tüm bunların hava, su ve gıda yetersizliği sorunlarını yaygınlaştırdığını dile getirdi.
İklim değişikliğinin, tüm insanlığı etkilemesine rağmen bazı sosyal grupların beliren çevresel zorluklar karşısında daha savunmasız olduğunu kaydeden Üstün, “Bu kesimler arasında yoksullar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler ve göçmenler öne çıkıyor.” diye konuştu.
Üstün, çocukların yetişkinlere kıyasla solunum yolu hastalıklarına daha yatkın olduğuna ve yetersiz beslenmeden daha yoğun şekilde etkilendiğine dikkati çekerek, “Kronik sağlık sorunlarıyla karşılaşma olasılıkları daha yüksek olan yaşlılar, sıcak hava dalgaları ve aşırı hava olayları gibi iklim değişikliğinin yansımalarının sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinden daha fazla zarar görme riski altında.” ifadesini kullandı.
Kadınlar ve yoksullar çevresel sorunlara karşı daha savunmasız
Hassas grupların yoksulluk, yaşanılan bölge ve sosyal ayrımcılık gibi faktörler nedeniyle daha büyük çevresel risklere maruz kaldığını, iklim değişikliğinin etkileriyle başa çıkmak ve bununla mücadele etmek için de daha az kaynağa sahip olduğunu belirten Üstün, iklim değişikliğinin yapısal adaletsizlikleri derinleştirerek sosyal eşitsizlikleri daha da ağırlaştırdığını söyledi.
Üstün, iklim değişikliğinin cinsiyet ayrımına dayalı olarak farklılaşan etkilerinin de olduğunun altını çizerek, şu değerlendirmede bulundu:
“Kadınlar, kuraklık gibi iklimle ilgili olaylardan doğrudan etkilenebilecek gıda üretimi ve besin hazırlama ile su getirme gibi işlerden genellikle sorumlu oldukları için iklim değişikliğinden orantısız şekilde erkeklerden daha fazla etkileniyor. Dünyadaki yoksulların büyük kısmını oluşturan ve genellikle ev içi düzen ve bakım işlerinden sorumlu olan kadınlar eğitim, sağlık hizmetleri ve ekonomik unsurlar da dahil olmak üzere kaynaklara sınırlı erişimleri nedeniyle iklim değişikliğinin etkilerine karşı daha savunmasız.”
Sellerde zarar görme ihtimali yüksek bölgeler veya çevre kirliliğinin yoğun olduğu alanlarda genellikle düşük gelirli toplulukların yaşadığını aktaran Üstün, şöyle devam etti:
“Kırılgan gruplar genellikle acil durum hizmetlerine erişime, beklenmedik durumlara karşı sigorta yaptırabilme imkanına ve afetler sonrasında hayatı normal akışında sürdürmeyi ve yeniden tesisi sağlayabilecek mali kaynaklara sahip değil. Bu durum, kırılgan grupların iklim değişikliğinin sonuçlarından zarar görme riskini artırıyor. Bu etkileri tespit etmeye, anlamaya ve kavramaya yönelik çaba, sosyolojik bir yaklaşımla mümkün olabilir. Bu çerçevede mevcut sosyal, ekonomik ve siyasi koşulların, kırılgan gruplar üzerindeki etkileri ortaya koyulmalı devamında ise iklim değişikliğinin hassas kesimler üzerindeki etkilerini azaltmak ve daha dirençli topluluklar inşa etmek için eşitsizlikleri gidermeye yönelik çalışmalar yapılmalıdır.”
İklim krizi aşırı sağ fikirlerin yükselmesine neden oluyor
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Bahattin Cizreli de iklim değişikliği ve ayrımcılık arasında sınıfsal, etnik ve küresel düzeyde ilişki kurulabileceğine işaret ederek, “Aslında ayrımcılık sadece duygusal bir tepki gösterme biçimi değil arka planında eşitsizliğin yeniden üretilmesini sağlayan bir stratejidir. İki grup arasında, ayrımcı söylemi yürüten grupla buna maruz kalan grup arasında eşitsizliğin yeniden üretilmesini sağlar.” sözlerini sarf etti.
Kuraklık, sel, taşkınlar ve iklim değişikliği kaynaklı çevre krizlerinin pek çok insanı mülteci durumuna düşürdüğünü ve çevre krizinin gelecekte göç hareketliliğini ciddi oranda artıracağının ön görüldüğünü söyleyen Cizreli, “Burada söz konusu durum göçmenlik değil mültecilik. Çünkü eğer orada kalırsanız, yaşamınız riske girecek. İklim krizi ve buna bağlı problemler nedeniyle büyük bir insan hareketliliği öngörülüyor. Bu durumu ‘yavaş afet’ olarak tanımlayan ülkeler var.” görüşünü paylaştı.
Cizreli, aşırı sağ hareketlerin sorunlar karşısında tepkisel ve somut tehdit tanımı yapma eğiliminde olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti:
“Başta su olmak üzere doğal kaynaklar üzerindeki gerilimler komşu ülkelerin halkları arasında çatışmayı derinleştirdiği gibi aşırı sağ hareketlere politik alan sunacak. İklim değişikliği kaynaklı göç hareketleri geliştikçe kendi ülkelerinde artık daha fazla yabancıyla karşılaşan yerel sakinlerin aşırı sağ eğilimlerle buluşması yabancı karşıtlığını artıracak. Nihayetinde kültür merkezli eğilimler iklim değişikliğinin sonuçlarıyla derinleşecek ve ayrımcı düşünce kendisine verimli alan bulacak.”
Küresel eşitsizlikler yeniden üretiliyor
İklim değişikliğinin insan faaliyetlerinden kaynaklandığına dikkati çeken Cizreli, “Sanayileşme ve sanayileşmeyle birlikte artan aşırı tüketim ulaşımın gelişmesi, artan tarım ihtiyacından kaynaklı ormanlık alanların tarımsal araziye dönüştürülmesi ve çeşitli gazların atmosfere salınması iklim değişikliğinin başlıca sebepleri. Dolayısıyla bizim üretim ve tüketim ilişkilerimiz söz konusu.” değerlendirmesinde bulundu.
Cizreli, hem birkaç yüzyıldır sürdürdükleri üretim modelleri hem de güncel tüketim oranları göz önüne alındığında kimi ülkelerin, diğerlerine kıyasla iklim değişikliğinin hızlanmasında daha fazla sorumluluğa sahip olduğuna işaret ederek, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bu gerçek göz ardı edildiğinde ve iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum politikalarının sorumluluğu her ülkeye aynı şekilde pay edildiğinde ülkeler arasındaki eşitsizlik yeniden üretiliyor. Bunun temel nedeni iklim değişikliği ile mücadele kapsamında alınan kararların ülkeler arası süren büyüme rekabetinde yeni teknolojileri kullanamayan ülkelerin ekonomisine zarar verecek olması. Sonuç olarak hem karar alma süreçlerinde hem teknik bilginin kullanımında demokratikleşmenin ve şeffaflığın sağlanması gerekiyor. Ayrıca belli ülkeler üzerinde yaptırım olmadığı müddetçe iklim değişikliğinin büyük sorumluları süreçten muaf tutulmuş oluyor.”