Ana Marmara Fayı deprem riski İstanbul deprem dayanıklılığı Yeşil mimari ve sürdürülebilirlik

Science’ta 11 Aralık 2025’te yayımlanan bir çalışma, Main Marmara Fayı boyunca son 15 yılda doğuya doğru ilerleyen orta büyüklükte depremler ve kırılma yönü etkileri üzerinden İstanbul’a yakın kilitli segmentlerin önemine dikkat çekiyor. Çalışma deprem tahmini yapmıyor. İzleme, risk azaltımı ve kent dayanıklılığına odaklanmanın gerekliliğini ortaya koyuyor.

Hızlı bakış

  • Science’ta yayımlanan çalışma, Ana Marmara Fayı boyunca son 15 yılda doğuya doğru ilerleyen orta büyüklükte depremlerin risk dinamiğini güncellediğini gösteriyor.
  • Aynı büyüklükteki iki deprem bile kırılmanın yönüne bağlı olarak farklı yer hareketi üretebilir ve ileri yön etkisi sarsıntıyı bazı bölgelerde artırabilir.
  • Kumburgaz ile Avcılar arasında stres transferi ve gerilim birikimi tartışması, riskin yalnızca büyüklük değil mekanizma üzerinden okunması gerektiğini hatırlatıyor.
  • İstanbul’un ekonomik ve demografik ölçeği, olası büyük bir depremin etkisini Türkiye’nin sürdürülebilirliği ve ekonomik sürekliliği açısından kritik hale getiriyor.
  • Yeşil mimari, deprem dayanımı ve kent dayanıklılığı birlikte ele alınmadıkça sürdürülebilirlik hedefi eksik kalıyor.

Birincil kaynak ne söylüyor: Ana Marmara Fayı’nda doğuya doğru kısmi kırılma işaretleri

Science’ta yayımlanan “Progressive eastward rupture of the Main Marmara fault toward Istanbul (Ana Marmara Fayı’nın İstanbul’a doğru kademeli doğuya yönlü kırılması)” başlıklı çalışma, Marmara Denizi altındaki Ana Marmara Fayı’nın (MMF) son 15 yılda M>5 ölçeğinde bir dizi depremle doğuya doğru “kısmi kırılma” dinamiği sergilediğini tartışıyor. Bu dinamiğin, İstanbul’un hemen güneyindeki kilitli segmentlere yaklaşması, bilim insanlarının bu hattı daha yüksek öncelikli bir izleme ve risk yönetimi alanı olarak görmesine neden oluyor.

Ana Marmara Fayı boyunca fay segmentleri ve İstanbul çevresindeki deprem riski

Çalışmanın çerçevesi net: Depremler bugünkü bilgiyle kesin olarak öngörülemez. Bu nedenle hedef, “tarih vermek” değil; fayın hangi bölümlerinde gerilimin biriktiğini daha iyi anlamak, izleme altyapısını güçlendirmek ve bu bilgiyi risk azaltımına çevirmek.


Deprem büyüklüğü kadar önemli bir değişken: Kırılmanın yönü ve yer hareketi artışı

Çalışma, 2019’daki Mw 5.8 ve 2025’teki Mw 6.2 depremleri için kırılma yönünü iki kanalla inceliyor. Birincisi, benzer uzaklıktaki istasyonlarda P dalgasının ilk atım sürelerinin azimutlara göre değişimi. İkincisi, güçlü yer hareketi kayıtlarında tepe ivme ve tepe hız değerlerinin, mühendislik sismolojisinde kullanılan yer hareketi öngörü modellerine (GMPE) göre “artık değer” analizi.

Bu iki yaklaşımın işaret ettiği ortak nokta, kırılmanın doğu yönünde ilerlemesi halinde, sarsıntının “ileri yön” tarafında daha güçlü hissedilebilmesi. Bu, “deprem olacak mı” sorusundan bağımsız olarak, “olursa İstanbul hangi senaryoda daha çok zorlanır” sorusuna yanıt arayan bir risk okuması. Yeşil Haber ve Firecarrier yaklaşımı açısından kritik olan da bu. Tek bir sayı ya da tek bir büyüklük değil, sarsıntının mekansal dağılımını değiştiren mekanizmalar.

Kumburgaz ile Avcılar arasındaki kritik eşik: Gerilim birikimi ve stres transferi

Çalışmada, 2019 ve 2025 depremlerinin MMF boyunca statik stres alanını nasıl değiştirebileceği de tartışılıyor. Araştırmanın ek materyallerinde yer alan yapılan Coulomb stres analizi, Mw 6.2 ana şokunun doğusunda yaklaşık 10 kilometreye kadar uzanan alanda yer yer 0,2 MPa düzeyine yaklaşan stres artışına işaret ediyor. Bu gerilim birikiminin, Kumburgaz segmentinin doğu ucu ile Avcılar segmentinin batı ucunun birleşiminde belirdiği ve ana şok sonrası artçıların bu bölgede yoğunlaşmasının bu yorumu desteklediği belirtiliyor.

Ana Marmara Fayı deprem riski Ana Marmara Fayı üzerinde kırılma yönü ve stres transferinin yer hareketine etkisiBu tür analizler, “kesin sonuç” üretmekten çok, izlenmesi gereken bölgeleri önceliklendirmeye yarar. Çalışma ayrıca, kaynak fay parametrelerindeki belirsizlikler nedeniyle stres dağılımında değişim olabileceğini, bu yüzden izleme ve katalog kalitesinin risk yorumunda belirleyici olduğunu vurguluyor. Bu, deprem riskini “manşet” değil “sistem” olarak ele almak için önemli bir ders.

Katalog kalitesi neden önemli: AFAD ve KOERI verileriyle uzun dönemli izleme

Bu çalışmanın güçlü taraflarından biri, uzun dönemli ve tutarlı bir deprem kataloğu üretme çabası. Araştırmanın ekler bölümünde, 2006–2023 dönemi için bölgesel AFAD ve KOERI kataloglarının birleştirilerek uzun dönemli yüksek çözünürlüklü bir katalog oluşturulduğunu, daha yakın dönem seçim ve dalga formu temin süreçlerinin de belirli bir yöntem dizgesiyle yürütüldüğünü anlatıyor. Bu tür çalışmaların değeri, tek bir olaya değil, olayların zaman içinde nasıl “örüntü” ürettiğine bakabilmesinden gelir.

Araştırmanın ekler bölümde, katalog “tamlık büyüklüğü” MC=1,6 olarak hesaplanıyor ve b-değeri analizi için katalog eksikliğinden kaynaklanabilecek kısa dönemli yanlılığı azaltan b-positive yöntemi kullanılıyor. Bu teknik ayrıntılar, çalışmanın bir “yorum” değil, belirsizlikleriyle birlikte raporlanan bir ölçüm ve analiz dizgesi olduğunu gösteriyor.

İstanbul’da deprem sonrası güvensiz yapı stoğu ve kolektif hafıza etkisiHer depremde yeniden tetiklenen ortak duygu: Güvensiz yapı stoğu ve kırılgan kentler

İstanbul’da yaşanan her deprem, büyüklüğünden bağımsız olarak, 1999 Marmara Depremi’nden sonra toplumun kolektif hafızasına yerleşen bir duyguyu yeniden tetikliyor. Yapı güvenliğine duyulan derin güvensizlik. Yakın zamanda yaşanan 6,2 büyüklüğündeki deprem de bu zincirin bir halkası oldu. Sarsıntı kısa sürse bile, insanların evlerinden çıkması, açık alanlara yönelmesi ve geceyi tedirginlikle geçirmesi, meselenin yalnızca jeolojik değil, toplumsal ve yapısal bir sorun olduğunu bir kez daha gösterdi.

Bu refleksin kaynağı yalnızca İstanbul’a özgü değil. 6 Şubat 2023’te yaşanan ve resm’ kayıtlara “Kahramanmaraş merkezli depremler” olarak geçen, kamuoyunda ise “asrın depremi” olarak anılan felakette 50 binden fazla insanın hayatını kaybetmesi, yapı güvenliği konusundaki kırılganlığı ülke genelinde derinleştirdi. Başta Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Malatya olmak üzere çok sayıda ilde yaşanan yıkım, yapı kalitesi, denetim mekanizmaları ve zemin koşulları konusundaki güvensizliği kalıcı biçimde görünür kıldı.

Bu nedenle her yeni deprem, “bir sonraki nerede olacak” sorusundan çok, “yaşadığımız binalar ayakta kalacak mı” endişesini öne çıkarıyor. Ortaya çıkan tablo, kentlerin yalnızca deprem tehlikesiyle değil, yıllar içinde birikmiş yapısal kırılganlıklarla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Bilimsel çalışmaların işaret ettiği riskler, bu toplumsal deneyimle örtüşüyor. Sorun yalnızca depremin kendisi değil; yapı stokunun niteliği, zemin özellikleri, altyapı ağlarının sürekliliği ve kriz anında kent yönetiminin kapasitesi birlikte değerlendirildiğinde ortaya çıkan tablo. Deprem bir doğa olayıdır, ancak yaşanan travmanın ve olası kayıpların boyutunu belirleyen esas unsur, kentlerin bu doğa olayına ne kadar hazırlıklı olduğudur.

İstanbul’da kentsel dönüşüm ve deprem dayanıklılığına ilişkin risk analiziKentsel dönüşüm nereye evrildi: Bina yenileniyor ama kent dayanıklılığı aynı hızda artmıyor

Türkiye’de kentsel dönüşümün ana hukuki çerçevelerinden biri 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve bu kanunun uygulama yönetmelikleri ile şekillendi. Bu çerçevenin amaçlarından biri, riskli yapıların ve riskli alanların dönüştürülmesi yoluyla can ve mal kaybını azaltmak. Ancak sahada görülen pratik, çoğu zaman risk azaltım hedefi ile piyasa baskıları, parsel bazlı çözüm arayışları ve yoğunluk dinamikleri arasında sıkışabiliyor.

Firecarrier yaklaşımı, burada bir ayrımı netleştiriyor. Yeni bina yapmak, tek başına “dayanıklı kent” anlamına gelmez. Dayanıklılık, aynı anda zemin verisi, mikro-bölgeleme, yapı denetimi, altyapı ağlarının sürekliliği, acil toplanma ve lojistik kapasite, okul ve hastane gibi kritik yapıların performansı ve mahalle ölçeğinde afet koordinasyonu gibi çok katmanlı bir sistem meselesi.

Kentsel dönüşümün “başarısı” bu yüzden tek bir göstergeyle ölçülemez. Bazı bölgelerde yapı kalitesi ve yönetmelik uyumu artmış olabilir, ancak kent ölçeğinde riskin azalması, dönüşümün hızına, kapsama alanına ve en kritik kırılganlık noktalarına ne kadar odaklandığına bağlıdır.

Türkiye deprem tehlike haritası ve yönetmelikler: Risk yönetimi için temel altyapı var ama uygulama belirleyici

AFAD’ın yenilediği Türkiye Deprem Tehlike Haritası 18 Mart 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı ve 1 Ocak 2019’da yürürlüğe girdi. Bu harita, “deprem bölgeleri” yaklaşımından farklı olarak koordinat bazlı yer ivmesi değerlerini öne çıkaran daha güncel bir tehlike modeline dayanıyor. Bu tür araçlar, doğru kullanıldığında yer seçimi, proje tasarımı ve güçlendirme önceliklendirmesi için kritik veri üretir.

Ancak tehlike haritası ve yönetmelikler tek başına yeterli değil. Sahada uygulama, denetim kapasitesi, yapı stokunun niteliği, zemin-etüt kalitesi ve yerel yönetimlerin afet riskini planlama kararlarının merkezine koyabilmesi belirleyicidir. Bilimsel çalışmaların “izleme” çağrısı da burada anlam kazanır: Veriyi artırmak, riski doğru okumayı ve doğru önceliklendirmeyi mümkün kılar.

Yeşil mimari burada başlıyor: Ayakta kalmayan bina sürdürülebilir değildir

Türkiye’de sürdürülebilirlik tartışmaları çoğu zaman karbon, enerji verimliliği ve sertifikasyon etrafında dönüyor. Bunlar önemli, ancak İstanbul gibi yüksek sismik risk taşıyan bir metropolde sürdürülebilirlik, en temel düzeyde “yaşamın sürekliliği” ile başlar. Depremde ağır hasar gören ya da çöken bir yapının düşük karbonlu malzemeyle yapılmış olması, onu sürdürülebilir kılmaz.

Yeşil mimari ve sürdürülebilirlik Yeşil mimari yaklaşımıyla deprem dayanıklı ve sürdürülebilir yapı tasarımıBu yaklaşımın İstanbul’da ayrı bir ağırlığı var. TÜİK’in 2024 yılında yayımlanan, 2022 yılına ait il bazlı GSYH verilerine göre İstanbul, Türkiye ekonomisinin yaklaşık üçte birini (%29,2) üretiyor.Türkiye ekonomisinin yaklaşık üçte birini (%29,2) üretiyor ve 2024 itibarıyla 15,7 milyonu aşan nüfusuyla ülkenin en büyük yerleşimi. Bu ölçek, İstanbul’da 7 ve üzeri büyüklükte bir depremin etkisini yalnızca yerel bir kriz olmaktan çıkarıp, Türkiye’nin ekonomik sürdürülebilirliğini ve toplumsal sürekliliğini doğrudan etkileyen bir risk alanına dönüştürüyor.

Olası bir büyük deprem senaryosunda ekonomik kayıp tek bir kalemden oluşmaz. Üretim ve hizmetlerin kesintiye uğraması, tedarik zincirlerinin kırılması, liman ve lojistik akışlarının aksaması, enerji ve su altyapısındaki hasarların günlük yaşamı ve iş dünyasını durdurması, konut ve ticari yapı stokundaki hasarların barınma krizini büyütmesi gibi etkiler bir araya gelir. Bu tablo, sürdürülebilirliği yalnızca karbon hesabı değil, “kentin şoklar altında ayakta kalabilme kapasitesi” olarak yeniden tanımlamayı zorunlu kılar.

Bu nedenle yeşil mimariyi, deprem dayanımı ve yapısal performansla birlikte ele almak zorundayız. Malzeme seçiminden tasarım felsefesine, yapım kalitesinden bakım ve güçlendirme stratejilerine kadar bütün yaşam döngüsü, hem iklim hem deprem riskini aynı çerçevede yönetebilecek şekilde kurgulanmalı. Kent ölçeğinde ise kritik kamu binaları, okullar, hastaneler, ulaşım hatları, su ve doğalgaz altyapısı gibi “yaşam destek sistemleri” bir dayanıklılık programının merkezinde yer almalı.

Bu noktada “önlem pahalı” argümanı çoğu zaman tersinden çalışır. Büyük depremler sonrası ortaya çıkan doğrudan hasar, ekonomik kesinti ve yeniden inşa maliyetleri, uzun vadeye yayılan güçlendirme ve risk azaltım yatırımlarından genellikle çok daha yüksek olur. 6 Şubat 2023’teki Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası uluslararası hızlı hasar değerlendirmeleri, yalnızca doğrudan fiziksel hasarın onlarca milyar dolar seviyesine çıkabildiğini; yeniden inşa ve toparlanma maliyetlerinin ise daha da büyük olabildiğini gösterdi. İstanbul gibi ekonominin merkezinde yer alan bir kentte, risk azaltımın gecikmesi, maliyeti zamana yaymak yerine bir anda büyüten bir “toplumsal ve ekonomik kırılma” riskini artırır.

Firecarrier çizgisi burada net. Sürdürülebilirlik yalnızca çevreyi değil, insanı ve kentin devamlılığını korumak. Yeşil bina, deprem performansı ve kent dayanıklılığı birlikte düşünülmeden “sürdürülebilir” sayılamaz çünkü sürdürülebilirlik, en önce hayatta kalabilmektir.

İstanbul deprem dayanıklılığı İstanbul ekonomisi için deprem riski ve sürdürülebilirlik üzerindeki etkilerBilimin işaret ettiği pratik öncelik: Deniz altı izleme ve gerçek zamanlı uyarı kapasitesi

Science çalışmasının en “uygulamaya dönük” mesajlarından biri, MMF’nin kritik kısımlarında gerçek zamanlı izleme kapasitesinin güçlendirilmesi gereği. Çalışma, deniz altındaki fay segmentlerinde daha fazla gözlem için ilave sondaj istasyonları, kalıcı okyanus tabanı yerleşimleri ve deniz içi fiber optik algılama gibi yöntemlerin önemini vurguluyor. Bu yaklaşımın amacı, bir depremi “önceden haber vermek”ten çok, fay davranışını daha yüksek çözünürlükle izleyerek risk modellemelerini iyileştirmek ve mühendislik senaryolarını daha gerçekçi kurmak.

Türkiye’de AFAD ve ilgili kurumların veri altyapısı ve deprem izleme kapasitesi zaten önemli bir çerçeve sunuyor. Ancak Marmara Denizi altındaki kritik segmentler, doğrudan şehir riskini belirleyen bir alan olduğu için, ulusal izleme kapasitesinin bu yönde daha da derinleştirilmesi, yalnızca İstanbul için değil, Türkiye’nin afet risk yönetimi için stratejik bir yatırım niteliği taşıyor.

İstanbul için Firecarrier sonucu: Sürdürülebilirlik gündemi deprem dayanıklılığıyla birleşmeden tamamlanmıyor

Bu yazı bir tahmin yazısı değil. Science’ta yayımlanan bulgular, MMF üzerinde son 15 yılda gözlenen doğuya ilerleyen orta büyüklükte depremler, gerilim birikiminin işaret ettiği kritik eşikler ve kırılma yönünün yer hareketini artırabilen etkileri üzerinden, İstanbul’un risk gündeminin “canlı” bir sistem olduğunu hatırlatıyor.

Marmara Denizi altında deprem izleme altyapısı ve erken uyarı sistemleriİstanbul’un ihtiyacı, deprem korkusunu büyütmek değil; dayanıklılığı ölçülebilir şekilde artırmak. Bunun yolu da kentsel dönüşümün risk azaltım odaklı hızlanması, denetim kapasitesinin güçlenmesi, zemin verisinin planlamaya daha sıkı bağlanması, kritik altyapının süreklilik planlarının güncellenmesi ve yeşil mimarinin yapısal güvenlikle birlikte ele alınmasından geçiyor. Deprem bir doğa olayıdır; felaket ise hazırlıksızlığın ve kırılgan kentleşmenin sonucudur.

Bilimsel kaynak ve editoryal not

Bu yazı, Science dergisinde 11 Aralık 2025 tarihinde yayımlanan “Progressive eastward rupture of the Main Marmara fault toward Istanbul” (Ana Marmara Fayı’nın İstanbul’a doğru kademeli doğuya yönlü kırılması) başlıklı hakemli bilimsel çalışmaya dayanmakta.

Söz konusu araştırma, Patricia Martínez-Garzón ve çalışma arkadaşları tarafından yürütülmüş olup, Ana Marmara Fayı boyunca son 15 yılda gözlenen sismik etkinlikler, kırılma yönü etkileri ve gerilim birikimi dinamiklerini çok ölçekli veri setleriyle incelemekte.

Bilimsel çalışmanın tam metnine ve teknik ayrıntılarına aşağıdaki bağlantı üzerinden erişilebilir:

Science (2025). DOI: 10.1126/science.adz0072 — https://www.science.org/doi/10.1126/science.adz0072

Bu makale, söz konusu bilimsel bulguları birebir aktarmayı veya çevirmeyi amaçlamamaktadır. Amaç, çalışmada ortaya konan bilimsel çerçeveyi Türkiye bağlamında; kentsel dönüşüm, yapı güvenliği, yeşil mimari ve sürdürülebilirlik perspektifleriyle birlikte değerlendirerek kamuoyuna analitik bir bakış sunmaktır.

Sizce İstanbul’da deprem dayanıklılığı için en acil adım hangisi: riskli yapı stokunun hızla azaltılması mı, altyapının güçlendirilmesi mi, yoksa denetim ve izleme kapasitesinin artırılması mı? Yorumlarda kendi önceliğinizi ve gerekçenizi paylaşır mısınız?

İlgili haberler


Bir Cevap Bırakın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz