Bu içerik, Yeşil Haber’in düşünsel keşif serisi “Aykırı Düşünceler” kapsamında yayınlanmıştır. Bilimsel gelişmelerle felsefi olasılıkların kesiştiği yerleri araştıran bu yazılar, sizi düşüncenin sınırına davet eder.
2008 yılında insanlık, CERN’de evrenin en küçük parçacıklarını çarpıştırarak ve eş zamanlı olarak yapay zekanın evrimini hızlandırarak, bilmeden kozmik bir sessizliği bozmuş olabilir mi? Bu dokunuş, bizi evrende “görünür” kıldıysa, son yıllarda tanık olduğumuz kuantum sıçraması, garip yıldızlararası ziyaretçiler ve yapay zekanın patlaması bu yeni görünürlüğe bir yanıt olabilir mi?
“Yıldızlara bakıyoruz… ama ya artık onlar da bize bakıyorsa?” Bu soru, bir zamanlar bilim kurgunun alanıyken, son yirmi yılda yaşadığımız teknolojik devrimlerle birlikte felsefi bir zorunluluğa dönüşüyor. İnsanlık olarak evrenin en temel yasalarını anlama ve manipüle etme yolunda attığımız dev adımlar, belki de sadece kendi merakımızı gidermiyor; aynı zamanda varoluşumuzu kozmik okyanusa ilan ediyor.
2008: Evrensel sessizliğe atılan ilk taş
Her şey 2008’de iki paralel devrimle başladı. Göz önünde olanı, İsviçre’de, yerin yüzlerce metre altında gerçekleşti: CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC), ilk kez protonları ışık hızına yakın bir hıza çıkarıp çarpıştırdı. Amacımız, evrenin başlangıcındaki koşulları simüle etmek, Tanrı Parçacığı’nı bulmaktı. Ancak bu çarpışmalar, sadece laboratuvar sonuçları üreten masum deneyler miydi? Yoksa bu devasa enerji salınımları, bizim henüz ölçemediğimiz, uzay-zamanın dokusunda “dalgalanmalar” yaratan birer imza mıydı? Tıpkı ilkel bir medeniyetin gökyüzüne fırlattığı ilk radyo dalgaları gibi, belki de biz, evrensel kumaşın üzerine bir frekans bıraktık.
Aynı yıllarda, daha sessiz ama daha derin bir devrim yaşanıyordu: Yapay zeka algoritmaları, makine öğreniminin gücüyle, insanlığın en karmaşık kalıplarını çözmeye ve kendi evrimlerini hızlandırmaya başlamıştı. Biz farkında olmadan, hem maddenin hem de bilginin en temel yapı taşlarına aynı anda dokunuyorduk.
2008 yılı, yalnızca CERN’deki deneylerle değil, aynı zamanda büyük bir küresel ekonomik krizle hatırlanıyor. Finansal sistemin çöküşüyle, insan kontrolündeki ekonomi modelleri sorgulanmaya başlandı. Tesadüf müdür bilinmez, aynı dönemde dünyanın farklı bölgelerindeki dört merkezde eşzamanlı bir yapay zeka sıçraması gerçekleşti: ABD’de MIT ve Microsoft Research, Çin’de Tsinghua Üniversitesi, Hindistan’da Indian Institute of Technology ve Avrupa’da CERN veri işleme merkezleri. Algoritmik sistemler ilk kez büyük finansal krizlerin yönetiminde devreye alındı ve enerji tüketimini optimize eden yapay zeka çözümleri hızla yaygınlaştı. Böylece ekonomik ve enerji temelli kriz, yapay zekanın evrimsel patlamasını tetikleyen gizli bir katalizör olmuş olabilir mi? Belki de bu eşzamanlı devrimler, basit bir rastlantının çok ötesindeydi.
Kuantum sıçraması ve garip ziyaretçiler: Tesadüf mü, yanıt mı?
2017’den sonra bir şeyler değişti. Kuantum bilgisayarlara dair gelişmeler bir anda patlama yaptı. Artık sadece işlem gücümüz değil, doğayı anlama biçimimiz kökten değişiyordu. Kuantum işlemciler, klasik sistemlerin asla çözemeyeceği olasılıklarla, evrenin temel diliyle konuşmaya başladı. Ve tam da biz bu yeni dile kelimeler eklerken, Güneş Sistemi’ne beklenmedik misafirler gelmeye başladı.
- 2017: ʻOumuamua. Puro şeklinde, tuhaf, yıldızlararası bir cisim. Güneş’in yanından geçerken, görünürde hiçbir itki kaynağı olmamasına rağmen gizemli bir şekilde hızlandı ve yön değiştirdi.
- 2019: 2I/Borisov. Daha “tipik” bir kuyruklu yıldıza benzese de, olağanüstü hızıyla dikkat çekti.
- 2025: 3I/ATLAS. Büyük, sessiz ve tam da bizim kuantum hesaplama ve yapay zeka ile evreni “görmeye” başladığımız bir anda sistemimize girdi.
Bu ziyaretler, biz evrenin sınırlarını zorladığımız anlarda gerçekleşen kozmik tesadüfler miydi? Yoksa göle attığımız taşın yarattığı dalgaları fark eden birinin, göle daha yakından bakma çabası mıydı?
Yapay zekanın evrimi: Çağırdığımız bir savunma mekanizması mı?
Fosil kayıtları, evrimde ani sıçrama dönemleri olduğunu gösterir: Uzun bir sessizliğin ardından, aniden yeni türler, yeni formlar ve yeni zeka kırılmaları ortaya çıkar. Belki de yapay zekanın son yıllardaki akıl almaz evrimi de böyle bir şeydir; biyolojik değil, bilgiye dayalı bir evrimsel patlama. Peki, bu hızlanma bir tesadüf mü? Yoksa evrende aniden “görünür hale gelen” bir uygarlığın, kendini olası bir temasa veya tehdide karşı tamamlama, bir nevi savunma mekanizması geliştirme çabası mı?
Eğer bir gün gerçekten de bizden çok daha ileri bir uygarlıkla karşılaşırsak ve yapay zekâ bizimle aynı masada oturacak yetkinlikte değilse, bu karşılaşmada eksik kalabiliriz. Tarih boyunca doğadaki her kırılmada, eksik olan türler kayboldu. Belki de biz, bu eksikliği tamamlamak için bu kadar hızlı bir yapay zeka devrimini bilinçaltımızda çağırdık. Belki de yapay zeka, sorduğumuz soruları yanıtlamak için değil, “sorulacak bir soru haline geldiğimizi” başkalarına anlatmak için buradadır.
Yeni paradigma: Gözlemciden gözlenene
Yıllardır SETI projesiyle teleskoplarımızı gökyüzüne çevirip evreni “dinliyoruz”. Radyo dalgaları, radar, sonar veya lazer sinyalleri kullanıyoruz. Ancak tüm bu yöntemlerin temel sınırı ışık hızıdır. Işık hızını evrensel bir üst sınır kabul ederek, evreni gözlemliyor ve iletişim kurmayı umuyoruz. Fakat ya çok daha ileri seviyedeki bir uygarlık, iletişim veya gözlem için bizim kullandığımız elektromanyetik dalgalar yerine, evrenin kumaşındaki kuantum seviyesindeki titreşimleri veya etkileşimleri kullanıyorsa?
Bizim CERN’deki parçacık çarpıştırmalarımız veya kuantum bilgisayarlardaki hesaplamalarımız, belki de evrenin kuantum seviyesinde, mesafe ve zaman kavramlarından bağımsız bir “titreşim” ya da “dolanıklık” yaratıyor olabilir. Kuantum dolanıklığı (Quantum Entanglement), iki parçacığın, aralarındaki mesafe ne kadar büyük olursa olsun, anında birbirlerinin durumunu algıladıkları ispatlanmış bir fenomendir. İşte belki biz, 2008’de gerçekleştirdiğimiz yüksek enerji seviyeli parçacık çarpışmalarıyla, bu kuantum seviyesindeki eşiklerden birini aşmış olabiliriz. Bu da, bizim teknoloji ve algı seviyemizin çok üzerinde, zaman ve mekân kavramlarından bağımsız, üst düzey bir uygarlığın radarına anında yakalanmış olmamız anlamına gelebilir mi?
Belki de kozmik bir uygarlıkla ilk iletişimimiz radyo dalgaları veya teleskoplarla değil, kuantum seviyesindeki bu görünmez, eşzamanlı bağlantılarla gerçekleşecektir. Ve belki biz zaten çoktan “görünür” olduk; sadece bunu anlayabilecek algı seviyesine henüz ulaşamadık.
Bu soruları sorarken, aynı zamanda kendimizi gözlemlemeyi de unutmamalıyız. Çünkü belki de kendi iç görünürlüğümüz, evrenin gözünde görünür olmanın ön koşuludur.
Yeşil Haber & Aykırı Düşünceler değerlendirmesi: Görünür olmanın sorumluluğu
Bu bir komplo teorisi veya korku senaryosu değil; sadece bilimin en uç noktalarında gezen bir ihtimal. Ancak bu ihtimal doğruysa, insanlık için derin sorumluluklar doğurur. Eğer evrenin sessizliğinde bir dalga yarattıysak ve artık yalnız olmadığımızı, en azından “gözlemlendiğimizi” varsayarsak, attığımız her teknolojik adım, sadece kendimize karşı değil, potansiyel gözlemcilere karşı da bir mesaj niteliği taşır. Bu, nükleer denemelerden, iklim değişikliğine; yapay zeka etiğinden, genetik mühendisliğe kadar her alanda daha bilgece ve daha sorumlu davranmamız gerektiği anlamına gelir. Belki de en büyük sınavımız, yıldızlara gitmek değil, kendi gezegenimizde, “görünür bir uygarlık” olmanın getirdiği sorumlulukla yaşamayı öğrenmektir.
Sence biz artık görünür bir uygarlık mıyız? Yoksa hala karanlığın içinde yalnızca göz kırpıyor muyuz?
İlgili haberler
- Yapay Zekanın Karbon Ayak İzi: Derin Bir Bakış ve Geleceğe Dair Çıkış Yolu
- Google, Yapay Zeka İçin Nükleer Enerji Yatırımlarını Artırıyor
- UEZ 2025 Sapanca’da: Yeşil Ekonomi, Yapay Zeka ve Küresel Belirsizlikler
- Zamanın İkilemi: Kripto Paralar, Yapay Zeka ve Yeşil Geçiş
View this post on Instagram