İnsanoğlu ve yerküremiz günümüz koşullarında  iklim konusunda geçen 10 bin yıllık tarih boyunca hiç karşılaşmadığı çok farklı bir tablo ile yüz yüze bulunuyor. Yerküre şimdiye kadarki en sıcak yılına 2016 yılında tanık oldu.

Önemli ölçüde insan eliyle gerçekleşen küresel iklim değişikliğinin çok riskli bir aşamaya gelmesi tüm uluslararası kuruluşları harekete geçiriyor. Yeryüzü sıcaklığı artışını 21’inci yüzyıl boyunca 2 derecenin altında, mümkünse 1.5 derecede tutmayı hedefleyen Paris Antlaşması bu mücadelede önemli bir kilometre taşı olarak görülüyor.

Enerji üretimi ve kullanımı (ağırlıkla fosil yakıtlar) küresel iklim değişikliğinin ve CO2 emisyonlarının en önemli nedeni olarak görülse de, tarım, ormancılık ve toprak kullanan sektörlerdeki gelişmeler de büyük önem taşıyor. Atmosfere bırakılan karbondioksit  emisyonlarının azaltılmasının yanı sıra, mevcut durumda tropik ormanlar ve diğer ekosistemlerdeki zengin karbon varlığının korunması da büyük önem taşıyor.

Mevcut durumda 2020 sonrası Paris hedeflerine uyum konusunda ülkeler arasında tam bir işbirliği gerekiyor. Paris Antlaşması hedefleri tutsa bile küresel iklim değişikliğinin etkileri artmaya devam edecek görünüyor. OECD iklim, gıda güvenliği ve biyo çeşitlilik hedefleri arasındaki karşılıklı bağımlılığın yönetilmesinin sürdürülebilir kalkınmada çok önemli bir etken olduğunu vurguluyor.

HEM İKLİME HEM BÜYÜMEYE YATIRIM

OECD, “İklime ve büyümeye yatırım yapmak” başlığıyla yayınladığı 315 sayfalık kapsamlı raporla G20 ülkelerini mevcut altyapı yatırımlarını iyileştirmeye ve daha düşük karbonlu bir dünya hedefine uygun olarak yeni altyapı yatırımları yapmaya  davet etti. OECD raporuna göre küresel iklim hedeflerine ulaşmak için 2030 yılına kadar her yıl tüm dünyanın 6.3 trilyon dolarlık bir altyapı yatırımı yapması gerekiyor. OECD bu yatırımların iklim hedeflerine uygun olması için de yıllık 500 milyar dolarlık ek bir yatırım bütçesi ihtiyacı olduğuna vurgu yapıyor.

“GEÇEN İKİ YÜZYILDA REFAH ARTTI AMA TÜM NÜFUS İÇİN DEĞİL”

G20 ülkelerinde temel önceliğin ekonomiyi canlandırmak ve büyütmek olduğunu belirten raporda, büyümenin kalitesinin de hayati olduğuna dikkat çekilerek şöyle denildi: “Ekonomik büyüme geçen iki yüzyılda refah ve zenginlikte önemli artışlara yol açtı fakat bu tüm nüfus için geçerli olamadı. Ekonomik büyüme tüm nüfusun faydasına olacak şekilde kapsayıcı olmalı. Refahı daha uzun bir gelecekte iyileştirmeye devam edebilmek için büyümenin kaynaklarının ekonomik olarak, toplumsal olarak ve de çevresel olarak sürdürülebilir olmalı. Bugüne kadar büyüme modelleri artan nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için doğanın sermayesini kötüye kullanırken, bu da ağırlıkla fosil yakıtlara dayalı olarak gerçekleşti. Fosil yakıtlar ucuzdu, ancak bunların toplumsal ve çevresel maliyetleri pek az dikkate alındı.”

Günümüzde geçerli ekonomik büyüme modelinin doğal çevre üzerindeki etkisinin  büyümenin temellerini tehdit ettiğini hatırlatan raporda şu görüşlere yer verildi: “Yerel düzeyde çevresel kirlilik reform ihtiyacını acil hale getirirken, iklim değişikliği dahil çevresel baskılar artık yerel, bölgesel olmayıp tüm küresel ekonmomiye ve büyümeye bir tehdit oluşturuyor. İklim değişikliğinden kaynaklanan hasarın ölçeği hem gelecekteki refah ve zenginlik için hem de üzerinde yaşadığımız eko sistem için, özellikle de daha az kalkınmış ülkeler için temel bir sistemik risk oluşturuyor.

Eğer bu risklerin en kötüsünün gerçekleşmesi istenmiyorsa ve iklim değişikliğine yönelik etkiler azaltılmak hedefleniyorsa ekonomik dönüşüm, yatırım ve planlamada esneklik  kaçınılmazdır. Bizi bekleyen 10 yıllık dönemde modern, akıllı ve temiz altyapıya yatırım sürdürülebilir kalkınma için kritik önemdedir.”

KARBON EMİSYONLARI YÜZDE 60 ARTTI

1990 yılından bu yana küresel GSYH iki katından fazla artış kaydederken, fosil yakıtların kullanımından kaynaklanan CO2 emisyonlarının yüzde 60 düzeyinde artarak küresel iklim değişikliğine hızlı bir katkı yaptığını belirten raporda “Altyapı yatırımlarının kalitesi kalkınma için kritik önemdedir. Brezilya, Hindistan, Rusya ve Güney Afrika dahil birçok orta gelir ekonomisinin altyapı yatırımları düşük kalitede ve bu da orta ve yakın dönemli büyüme hedeflerini baskılıyor.

Yüksek gelirli ülkelerde ise yeni altyapı yatırımlarına ihtiyaç elzemdir ve yaşlanmış olan yatırımların yenilenmeye ihtiyacı vardır. Artan şehirleşme oranları ve  nüfus artışı ulaşım ve elektrik altypısının genişletilmesini gerekli kılıyor. 2050’ye gelindiğinde dünya nüfusu 9 milyar kişiye çıkacak ve bu nüfusun yüzde 66’sı şehirlerde oturuyor olacak (2014’te bu rakam yüzde 54 idi).  Şehirlerde mobiliteye olan ihtiyaç iki katına çıkacak. Öte yandan 2016 verileriyle dünyada her 8 kişiden biri aşırı yoksulluık içinde ve 800 milyon insan da açlık çekiyor, 1.1 milyar insan elektriksiz yaşıyor, 2.2 milyar insan su kaynaklarına ulaşamıyor”denildi.

ÇEVRE DOSTU YATIRIMLARA DESTEK OLMALI

Faizlerin düşük seyrettiği mevcut finansal ortamın yatırımlar konusunda eyleme hemen geçmek için uygun bir fırsat penceresi yarattığı savunulan raporda, finans sektörünün kilit faktör olduğu belirtildi.  OECD raporu  altyapı yatırımları ve enerji sektörü finansmanında bankaların mevcut durumda en büyük finans kaynağı olduğuna ve bu alandaki finansmanda bankaların payının belirleyici olduğuna dikkat çekerek şu tespitlerde bulunuyor:

“Paris Anlaşmasının amaçlarına ulaşmak hem kamuda hem de özelde finans sektörünün kaynaklarını seragazı emisyonlarını artıran altyapı yatırımlarından düşük karbonlu ve çevre dostu altyapı yatırımlarına kaydırmasını, yenilikçi teknojileri desteklenmesini gerekli kılıyor.

Hem yeni gelişen pazarlarda hem de kalkınmakta olan ülkelerde yatırımlaırn sürdürülebilir kalkınma hedeflerine uygun olması da büyük önem taşıyor. Kalkınma bankaları yanı sıra çok taraflı, iki taraflı ve milli nitelikteki finans kuruluşlarına ve toplamda küresel finans sistemine burada önemli bir rol düşüyor.”

BANKA KREDİLERİ ALTYAPI YATIRIMLARINA İLGİSİZ

OECD raporunun finansla ilgili bölümünde altyapı yatırımlarının finansmanı konusunda lehte yatırım ortamına karşın küresel piyasalarda uzun vadeli yatırımlar için finansman yaratmadaki güçlüklere değinilirken şu bilgiler yer alıyor: “Geçen 10 yıllık dönemde altyapının özel kurumlarca finansmanı önemli bir yapısal değişime giderek ağırlıkla düşük emisyonlu enerji alanlarına yöneldi. Genel olarak altyapı yatırımlarına giden finansman (birincil ve ikincil piyasa işlemleri birlikte) 2010 ile 2016 yılları arasında sabit kalırken, bu dönemde 2.6 trilyon dolarlık toplam finansmanda aslan payını enerji sektörü aldı.

Enerji içinde de yüzde 50’lik bölüm yenilenebilir enerji projelerinin finansmanına tahsis edildi. Bankalar enerji sektörü yatırımlarının finansmanında olduğu gibi yeşil enerji yatırımlarında da yüzde 80 gibi en büyük payı elinde tutuyor. Altyapı yatırımlarında birincil finansman olarak adlandırılan banka kredileri 2010 yılına göre 2016’da tüm bölgelerde düşüş gösterirken, birleşme ve satın alma dahil ikincil piyasa işlemleri de ön plana çıktı. Altyapı finansmanında toplam hacim aynı kalsa da  pek az yeni proje banka kredisi kaynağına ulaşabildi.Buna karşı yenilenebilir enerji projelerine açılan banka kredileri ise artış gösterdi.

Ekonomileri daha az gelişmiş ülkelerde ise enerji de dahil altyapı yatırımlarında kamu bankaları ve kalkınma bankaları önemli bir rol üstlenmiş durumda. Risk yönetimi açısından finans kuruluşları altyapı projelerinin finansmanında sendikasyon kredilerine de yaygınlıkla başvuruyorlar.”

EMİSYON ÜRETEN YATIRIMLARI FİNANSE ETMİYOR

Raporda bankaların düşük karbonlu altyapı yatırımlarına yönelmesi konusunda örneklere de yer verilerek, “Örneğin Fransız Societe Generale kömür yatırımlarından vaz geçerek, sürdürülebilir bankacılık anlayışıyla finans kaynaklarını yenilenebilire ve ulaşım, telekominikasyon, su gibi diğer altyapı sektörlerine yönlendirme kararı aldı. Çin Sanayi ve Kalkınma Bankası da yüksek emisyon üreten bazı sanayi kollarına finansal desteğini durdurdu.

Deutche Bank ise yakın bir zaman önce bir karar alarak artık kömür enerji santrallerine ve kömür madenciliğine kredi açmayacağını açıkladı. Bankaların risk yönetimi birimlerinde egemen olan riskten kaçınma yaklaşımı yenilikçi düşük karbon yatırımlarını finanse etme yeteneğini maaselef sınırlıyor. Yenilenebilir yatırımların finansmanı ilk başta yüksek risk taşıyor gibi görünse de sonuçta yüksek bir geri dönüş sağlıyor. Bankalar giderek iklim ile varlıklarının finansal performansı arasındaki bağıntıyı daha iyi fark ediyor” denildi.

Yeşil Haber- Necmi Çelik

Bir Cevap Bırakın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.